Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Atatürk’ten Sonra ABD İlişkileri

Yazının Giriş Tarihi: 05.12.2005 00:34
Yazının Güncellenme Tarihi: 05.12.2005 00:34

Günümüzde, Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinin çok ilgi çekici boyutlarda olduğunu kabul etmek gerekir.


Türkiye- ABD ilişkilerinin çarpıcı boyutlara ulaşması, Atatürk’ün vefatından sonradır.


Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik bakımdan bağımsız olmasını istiyor bunu da, ülkenin tam bağımsızlığı için gerekli görüyordu.
Atatürk, kim olursa olsun, herhangi bir devlete ayrıcalıklı davranılmasını istemiyordu.


Ne var ki, Türkiye Cumhuriyeti , yabancı bir ülkeye imtiyaz tanıyan ilk antlaşmayı, Atatürk’ün vefatından sadece 141 gün sonra, 1 Nisan 1939 günü ABD ile imzaladı.


Türkiye, bu antlaşmayla, ABD’ye müsaadeye mazhar ülke statüsü tanıdı. Ayrıca, ABD sanayi malları için %12 ile %88 arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlandı.


Bunu, 19 Ekim 1939 tarihinde İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında Üçlü İttifak Antlaşması takip etti.


Kısacası, Atatürk’ün ;
 “ Arzumuz dışarıda bağımsızlık, içeride kayıtsız ve şartsız milli egemenliği korumaktan ibarettir.
...Bir milletin asıl kuvveti kendi hayatını ve varlığını savunmak içindir. Fakat kendi varlığını unutup da kuvvetini herhangi bir yabancı amaç için kullanmak kesinlikle doğru değildir.” sözleri unutuldu.


Oysa Atatürk, yaşamını bu tür anlaşmalara karşı mücadeleye adamıştı.


10 Kasım 1938’den sonra, giderek Atatürkçü düşünce sisteminden uzaklaşılırken, din istismarcılığı ve Amerikancılık ön plâna çıkmaya başladı.


2 nci Dünya Savaşı henüz bitmeden 23 Şubat 1945 tarihinde ABD ile, Türkiye açısından olumsuz koşullar içeren bir anlaşma daha yapıldı. 4780 sayılı yasayla TBMM’nin onayından geçen bu anlaşmanın 2. maddesi şöyle diyordu:


“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, müsaade edebileceği bilgileri, hizmetleri, maddeleri ve kolaylıkları ABD’ne temin etmekle görevli olacaktır.”


Bu anlaşmadan bir yıl sonra, 27 Şubat 1946 tarihinde yine ABD ile ilk borçlanma anlaşması imzalandı. Bu iki anlaşma, Türkiye’nin ABD ile bugüne dek yaptığı ve sayısını hükümet yetkililerinin bile tam olarak bilmediği anlaşmalar zincirinin başlangıç halkaları oldu. 4882 sayılı yasayla kabul edilen bu anlaşmanın 1. maddesi şöyleydi:


“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Birleşik Devletler Dış Tasfiye Komisyonu’nun Türkiye dışında satılığa çıkardığı ihtiyaç fazlası teçhizat ve malzemelerden, ihtiyaçlarını karşılayanlarını alabilecektir. ABD hükümeti bu alımları kolaylaştırabilmek için Türk Hükümeti’ne 10 milyon dolar kredi verecektir. Kredinin anapara ve faiz geri ödemeleri Birleşik Devletler’in arzusuna göre, Merkez Bankası’nda özel bir hesaba yatırılacak ve Birleşik Devletler tarafından Türkiye’de kullanılan memurların ücretleri dahil olmak üzere Birleşik Devletler’in masraflarına tahsis edilecektir.”


27 Şubat 1947 tarihli “10 milyon dolarlık kredi anlaşması” nın yapıldığı günlerde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hemen hiç dış borcu olmadığı gibi Devlet Hazinesi’nde 245 milyon dolarlık altın ve döviz stoku bulunuyordu. Hazine’nin elinde bunca döviz varken Kurtuluş Savaşı’nın Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, 10 milyon dolarlık bir kredi için bunca ödün vermesini konuyla ilgili bir çok insan yalnızca o dönemde değil bugün bile anlayamamıştır.


Atatürk ve onun hükûmetleri, Türkiye sınırları içindeki petrol kaynaklarını bizzat kendisinin araştırmasını ilke olarak kabul etmişti. Bu amaçla 24 Mart 1926 tarihinde kabul edilen 792 sayılı Petrol Yasası ile Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bütün petrol ve petrol bileşiklerinin tabi olduğu madenlerin aranması ve işletilmesi hakkı Hükümete verilmişti. 1933 yılında 2189 sayılı yasa ile Petrol Arama ve İşletme İdaresi kuruldu. Maden Tetkik ve Arama (MTA) Enstitüsü'nün 22 Haziran 1935 tarih ve 2804 sayılı kanunla kurulmasıyla Petrol Arama ve İşletme İdaresi de MTA'ya bağlandı ve petrol arama faaliyetleri artık MTA tarafından yürütüldü. Kuruluş kanununda temel görevi "Ülkede işletmeye elverişli maden ve taş ocağı sahalarının bulunup bulunmadığını, işletilen maden ve taş ocaklarının daha faydalı şekilde işletilme koşullarını araştırmak ve buna yönelik arama işlemleri, bilimsel, jeolojik ve teknolojik tetkikleri yapmak, harita plan ve kesitler hazırlamak, proje, fen raporları ve karlılık hesapları yapmak ve madencilik sektörüne kalifiye eleman yetiştirmek" olarak belirlenen MTA Enstitüsü , bu görevini yerine getirmek için günün şartlarına göre yoğun çalışma içinde oldu. Petrol arama faaliyetleri, Güneydoğu Anadolu, İskenderun, Adana, Van ve Trakya'da jeolojik ve jeofizik etütler ve sondaj faaliyetleri ile sürdürüldü.


Güneydoğu Anadolu'da 1940 yılında Batman'ın güneyinde delinen Raman-1 kuyusunda petrole rastlandı, ticari anlamda petrol keşfi ise 1945 yılında delinen Raman-8 kuyusunda yapıldı. Raman sahasında petrol keşfinden sonra Garzan sahası da 1951 yılında keşfedildi. Raman sahasında Maymune Boğazında 1942 yılında günlük 3 ton kapasite ile kurulan rafineriden sonra 1948 yılında Batman'da 200 ton günlük kapasiteli rafineri kuruldu.


Petrol faaliyetleri 7/3/1954 tarihinde kabul edilen 6326 sayılı Petrol Kanunu ile kendi yasal çerçevesine kavuşurken yerli ve yabancı özel sermayeye de açıldı.


Uluslar arası petrol şirketlerinin adamı Max Bell’in hazırladığı ve Atatürk’ün çok önem verdiği petroldeki devlet tekelini kaldıran Petrol Yasası’nın 136 ncı maddesi şöyleydi :


“ Bu yasa, yabancı şirketlerin izni olmadan değiştirilemez.”


İsmet İnönü’nün 1954 yılında, “ Petrol Kanunu bir kapitülasyonlar kanunudur” dediği bu yasa, petrol işletmeciliğini devlet tekelinden çıkarıyor ve yabancı şirketlere geniş yetkiler veriyordu.


23 Haziran 1954 tarihinde, Türkiye ile ABD arasındaki Vergi Muafiyetleri Antlaşması imzalandı. Sadece Amerikalıların yararlandığı bu antlaşma, Türkiye’de ABD varlığını adeta devlet içinde devlet haline getiriyor, ABD şirketlerine vergisiz, gümrüksüz, denetimsiz ve yargı organlarından uzak, yasa üstü bir statü tanıyordu.


ABD ile Türkiye arasında, 12 Kasım 1956 tarihinde, Tarım Ürünleri Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre, ABD Türkiye’ye 46,3 milyon dolarlık buğday, arpa, mısır, dondurulmuş et, konserve, sığır eti, don yağı ve soya yağı satacaktı. Bu ürünler az gelişmiş bir tarım ülkesi olan Türkiye’nin temel ürünleriydi ve bunlar ABD gibi bir ülkenin eşit olmayan rekabetine terk ediliyordu. Şimdi, önce bu antlaşmanın 2 nci, sonra da 3 ncü maddesini görelim.


2 nci madde : “ Türkiye’nin yetiştirdiği ve bu anlaşmada adı geçen ya da benzeri ürünlerin Türkiye’den yapılacak ihracatı Amerika Birleşik Devletleri tarafından denetlenecektir.”


3 ncü madde: “ Türk ve Amerikan hükümetleri Türkiye’de Amerikan mallarına karşı talebi arttırmak için birlikte hareket edeceklerdir.”


Şimdi gelelim, 31 Mayıs 1968 tarihinde imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ile ABD Arasında Kredi Antlaşması’na...Bu antlaşma, Türkiye’yi ekonomik, mali ve siyasi bağımlılığa sürükleyen koşullu kredi anlaşmalarına çarpıcı bir örnektir. Antlaşma, 30,5 milyon dolarlık bir antlaşmaydı ve Türkiye’nin bu borcu koşullara bağlanmıştı. Etibank’ın Ergani hariç tüm bakır işletmelerini ABD’nin denetimi altındaki Karadeniz Bakır İşletmeleri A.Ş.’ye devretmesini şarta bağlayan anlaşmanın 3 ncü maddesi şöyleydi:


“ Şirketin kuruluş sözleşmesi, tescil belgesi, organizasyon şeması, Türk hükümetinin krediyi şirkete borç vereceğine ilişkin hükümetle şirket arasında yapılmış olan sözleşmenin tasdikli bir örneği, yönetim kurulu üyelerinin isimleri Türkiye’deki Amerikan Yardım Teşkilâtı’na (AİD) bildirilecektir. AİD’nin bütün bunları uygun görmesi halinde kredi ödemesi yapılacaktır.”


Türkiye, böylece, anti Kemalist uygulamalar sonucunda, giderek ABD ve Batı’ya bağımlı bir hale geldi.


Ve ne yazık ki, günümüzdeki Türkiye, 1938’de Atatürk’ün bıraktığından çok farklı bir yerde bulunuyor. 


Konu hakkında ayrıntılı bilgi öğrenmek isteyenlere, (İkili Antlaşmaların İçyüzü, Haydar Tunçkanat),( CHP 1919- 1999, Hikmet Bilâ), ( Avrupa Birliği’nin Neresindeyiz ?, Metin Aydoğan) isimli kitapları öneririm.



Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.