Günümüzde Hersek Köyü’nün bulunduğu yerde, eskiden Drepanum adında bir köy vardı. Roma İmparatoru Konstantin’in annesi Helena, bu köyde doğmuştu. İmparator Konstantin, bunun için Drepanum’u büyüterek annesinin adına izafeten Helenopolis adını verdi.
DOĞRUSU:
Hersek Köyü, İzmit Körfezi’nin en dar yerinde kurulmuş, önemli bir çıkış noktası ve köprübaşıdır.
İstanbul’dan yola çıkanlar, karadan Gebze’ye gelirler, oradan kayıklarla Hersek’e çıkarlar, ya da doğrudan İstanbul’dan gemilerle Hersek’e gelir, buradan da Yalakdere Vadisi’ni takip ederek Anadolu içlerine giderlerdi. Hersek yöresi, köprü başı oluşundan dolayı, her zaman küçük de olsa bir yerleşim yerine sahiplik etmişti.
İS. 4 ncü yüzyılın başlarında, bu günkü Hersek Köyü civarında DREPANE ( DREPANON- DREPANUM) adını taşıyan küçük ve önemsiz bir köyün varlığı bilinmektedir. İzmit’te din uğruna öldürülen LUKİANOS adında bir aziz, bu köye gömülmüştü. Bölgenin stratejik konumunu çok iyi değerlendiren Roma İmparatoru Constantinus I ( 325- 337), hem bu azizi dini anlamda onurlandırmak, hem de annesinin adını sürdürmek için, köyü büyüterek yeni binalar yaptırdı. Civardaki halkı, burada oturmaya mecbur etti. Yeni oluşturulan kentin adını da, annesi Helena’nın adından esinlenerek HELENOPOLİS (Helen’in Şehri) yaptı. Yoksa, Kraliçe Helene, Drepanum’da (Günümüzdeki Hersek Köyü) doğmamıştır.
Başta Ortodoks ve Katolik olmak üzere Hıristiyan dinine ait tüm kaynaklarda, İmparator Constantinus I’in annesi Helena adına izafeten, bu yerleşim yerine Helenopolis adını verdiği yazılı olmasına rağmen, Bilge Umar, “Türkiye Tarihsel Adlar” ismini verdiği kitabında “Helena” adı ile ilgili farklı bir yorum yapmakta, “Elana” adının Luwi dilinden geldiğini ve “Boğaz/Geçit Kenti” anlamında olduğu için burada kullanıldığını, ileri sürmektedir. Şüphesiz bu değerlendirmenin tartışılması gerekir.
İDDİA:
Orhan Gazi döneminde, Dil Baba adında bir derviş, Hersek’e gelmiş ve burada bulunan gemilerle karşı kıyıya geçmek istemiş.Ancak, gemiciler onu karşıya geçirmedikleri gibi, üstelik bir de alay etmişler.
Bunun üzerine sinirlenen Dil Baba, hemen eteğini toprakla doldurup denize avuç avuç dökmeye başlamış. Dervişin döktüğü toprak her adımda denizi dolduruyor, onunla yol oluyormuş.
Durumu gören ve ekmek yollarının kapanmak üzere olduğunu fark eden denizciler, Dil Baba’ya yalvarmışlar ve denize toprak dökmemesini istemişler. Derviş bu sözler üzerine onları affetmiş. Gemiciler de onu gemilerine alıp karşı kıyıya geçirmişler.
Derviş karşı kıyıya geçmiş ama, sırrı ortaya çıktığı için karaya ilk ayak bastığı yerde ruhunu teslim etmiş.
Dil Baba’nın kızarak kerametini açığa çıkardığı yere de, Dil Burnu adı verilmiş.
DOĞRUSU:
Bu sadece bir söylence... Evliya Çelebi’nin hayal gücünün eseri... Gerçekle yakından uzaktan bir ilgisi yok.
İDDİA:
Evliya Çelebi, Hersek’ten büyük bir kasaba diye söz ediyor ve büyük binaları sayıyor.
DOĞRUSU:
Ne var ki, Evliya Çelebi, son derece dikkatle okunması ve değerlendirilmesi gereken bir isimdir. Yazdıklarını tamamen doğru kabul ederek yola çıkmak, okuyanları yanıltabilir.
Hersek, köprübaşı olması nedeniyle önemini hep korumuş ama, depremlerden dolayı hiçbir zaman büyük bir yerleşim yeri olamamıştır.
Bu durumda, Sayın Bilge Umar’ın Hersek civarındaki bu küçük yerleşim yerine, Luwice “Boğaz/Geçit Kenti” anlamına gelen “ Elena” dan çevrinerek “Helenopolis” dendiği iddiası, inanılırlığını kaybetmekte, sadece bir varsayım olarak kalmaktadır.
İDDİA:
Bir zamanlar Çalıca’da Tuzcu Baba adında, fakir bir adam yaşarmış. Tuzcu Baba’nın kulübesinin önünde, dağ gibi tuz yığılıymış. İhtiyacı olanlar gelir, hiç para vermeden, buradan istedikleri kadar alırlar ama, tuz bir türlü bitmezmiş. Tuzcu Baba ölünce, tuz yığınının yanına gömülmüş. İhtiyacı olanlar yine para vermeden buradan tuz almaya devam etmişler. Bu durum, köye gelen yabancıların, bir gece gizlice Tuzcu Baba’nın tuzlarını çalarak civar köylere satmasına kadar devam etmiş. O günden sonra, Tuzcu Baba’nın mezarının yerinde tek tuz kalmamış.
DOĞRUSU:
Önce tuzun inanç dünyasındaki yerini, sonra da yapısını görelim. Eski çağlardan beri bilinen ve çoğunlukla en temel gıda olan ekmekle birlikte anılan tuz, pek çok dinde de önem kazanmıştır. Örneğin Eski Ahit’te “...Rabbin önünde ebedi tuz ahdidir...”(Sayılar 18:19) ve “...bütün takdimelerin üzerinde tuz takdim edeceksin”(Levililer 2:13) sözleri yer alır. Benzer biçimde Yunanca’daki “ tuza karşı günah işleme”, Arapça’daki “aramızda tuz var” ve Farsça’daki “ tuza ihanet etmek” deyişlerinin hepsi, tuzun tanrı ile insanlar ya da insanların birbirleriyle arasındaki ahit ya da bağla yakından ilişkilendirildiğini gösterir. Bugün bile dünyanın bir çok yöresinde eve gelen bir konuğa ekmek ve tuz ikram etme geleneği vardır. Ayrıca hristiyanlıkta yeni evlenen bir çiftin şarap, ekmek ve tuzla kutsanmasında tuza verilen önem görülür. Tuzun eskiden para yerine kullanılmış olması da, bu maddenin insanlar için ne kadar önemli olduğunu gösterir.
Türkiye’de deniz, göl, kaya ve kaynak tuzu üretimi yapılmaktadır. Üretim için tuzlu su ya da tuz kayacı kaynağının bulunması, ortamdaki nemin düşük olması şarttır.
8 Temmuz 1995 günü, Çalıca Köyü’nde yapılan araştırmada, Tuzcu Baba’ya ait bir mezar bulunamadı. Köyde karşılaşılan yaşlılar, böyle bir söylenceyi duymadıklarını söylediler.
Esasen, hangi bölgelerde tuz olduğu, ya da olabileceği bellidir. Bölge, kaya tuzu elde edilebilmesine uygun değildir. Akan ve sonra durağanlaşan suyun dinlendirilmesiyle tuz elde edilmesi de, bölge şartlarına uygun değildir.
Olasılıkla bu söylence, olaya bir uhreviyet verme düşüncesiyle, sonradan yaratılmıştır, hayalidir.
İDDİA:
Yalova, Türkler’in eline 1325’te geçmiştir.
DOĞRUSU:
Osmanlı atlıları, Yalova yöresine 1302, 1307, 1326 ve 1327 gibi yıllarda akınlar yapmalarına rağmen, yöre, kesin olarak Osmanlı hakimiyetine Yalakonya Kalesi ve Çoban Kale’nin düşmesinden sonra girdi.1337’de bu iki kalenin elde edilmesinden sonra, Emir Ali Bey, Yalova yöresini ele geçirdi. (Yalakonya ve Çobankale hakkındaki değerlendirmeler için Zaman Tüneli’nde Yalova’ya bakınız)
Türk atlılarının bölgeye sık sık yaptıkları akınlar -istila ve belki de kısmi yerleşim faaliyetleri, bu tarihten sonra hukuki meşruiyet kazanarak işgale dönüştü, yörenin kontrolü tamamen Türkler’e geçti. (Ayrıntılar için Zaman Tüneli’nde Yalova isimli kitabıma bakılabilir.)
Hayvancılıkla geçinen göçebe Türkmenler’in, sınırın ötesinde kalan verimli otlaklar nedeniyle, sürüleriyle birlikte zaman zaman Roma (Tarihte hiçbir zaman Bizans diye bir devlet olmamıştır. Bu isim sonradan uydurulmuştur.) topraklarına girdikleri düşünülebilirse de, zaman zaman taktik akınlarla oluşan istila hareketi, 1337’den sonra işgale dönüşerek hukuki meşruiyet kazanmış ve bu tarihten itibaren yöre, vatan toprağı olarak benimsenmiş ve Türk Yurdu olmuştur
İDDİA:
Tavşanlı,1200 yıllarında, Osmanlı Beyliği’nin Kütahya ve Eskişehir civarından Marmara’ya doğru genişlemesi döneminde kurulmuş bir köydür.
DOĞRUSU:
Yalova yöresi, 1337’de Yalakonya Kalesi ve Çoban Kale düştükten sonra, Emir Ali Bey tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Bu tarihten önce, Yalova yöresinde herhangi bir Türk köyü oluşumu, halen tespit edilememiş ve bu durum belgelenememiştir.
Tavşanlı beldesinde de, değil 1200 yıllarına ,1400 yıllarına bile ait her hangi ( mezar taşı, mescit, camii, medrese,vb...) bir bulgu yoktur, varlığı bilinmemektedir.
İDDİA:
Yalova, İÖ. 4000 yıllarından beri yerleşim alanıdır.
DOĞRUSU:
İlin güneyinde Doğu- Batı istikametinde uzanan Samanlı Dağları’nın antik çağdaki adı Arganthonios idi. O devrin (NTH)’li tipik Anadolu adı olan Arganthonios, bize yöredeki genel yerleşimin İÖ. 2000’lere -, yani Hatti-Hitit dönemine kadar gittiğini gösterir. Ancak, önceleri bir bataklık alan olan bugünkü il merkezindeki yerleşim, çok daha sonradır. Değil ilk çağlar, Osmanlı dönemine bile ait çok az buluntu ele geçirilmiştir.
İDDİA:
Osman Gazi’nin komutanlarından Kara Yalvaçoğlu, fethettiği için yöreye Kara Yalovaç denilmiş. Bu da giderek Yalova’ya dönüşmüştür.
DOĞRUSU:
Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde, kendine özgü ifadelerle, Yalova’dan şöyle bahseder : “ Buraları Osman Gazi’nin fermanıyla Kara Yalvaçoğlu fethettiğinden, Kara Yalva derler”
Bir yerin tarihi araştırılacaksa, ilk müracaat edilecek kaynak, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi olamaz. Konunun uzmanı tarihçilerin yazdığı, ihtisas kitaplarının ilgili bölümlerini okuyup, sonra konu ile ilgili diğer kitaplardan tamamlayıcı bilgi olarak yararlanmak gerekir.
Yalova’yı Osmanlı toprakların katan kişi, Emir Ali Bey’dir. (Ayrıntılı bilgi için Zaman Tüneli’nde Yalova isimli kitabıma bakabilirsiniz.)
Mevcut belge, doküman ve kitapta, Osman Gazi’nin komutanları arasında Kara Yalvaçoğlu diye bir isme şimdiye kadar rastlanılmadığı gibi, böyle bir fermanla da karşılaşılmamıştır.
Aynı şekilde, Osman Gazi’nin komutanları arasında Yalvaç Bey isminde bir komutana rastlanamadığı için, Yalova’da yeni yapılan bir köprüye ( Yalvaç Bey Köprüsü ) adı vermek, sadece bir fantezidir.
İDDİA:
Yalova, Gazi Abdurrahman tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
DOĞRUSU:
Yalova’yı Osmanlı topraklarına katan kişi Gazi Abdurrahman değil, Emir Ali Bey’dir.
Gazi Abdurrahman, 1337’de Yalakonya Kalesi ve Çoban Kale düşmeden önce, yani Yalova yöresi daha Osmanlı topraklarına katılmadan, yaklaşık 1317’de, İznik’te savunanlara İstanbul’dan deniz yoluyla gönderilen takviye kuvvetlerini yenerek, onları denize döken komutandır. Yalova’nın fethiyle bir ilgisi yoktur. ( DEVAM EDECEK )
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Akyol
Yalova Hakkında İddialar Ve/Veya Yazılanlar- 7
Günümüzde Hersek Köyü’nün bulunduğu yerde, eskiden Drepanum adında bir köy vardı. Roma İmparatoru Konstantin’in annesi Helena, bu köyde doğmuştu. İmparator Konstantin, bunun için Drepanum’u büyüterek annesinin adına izafeten Helenopolis adını verdi.
DOĞRUSU:
Hersek Köyü, İzmit Körfezi’nin en dar yerinde kurulmuş, önemli bir çıkış noktası ve köprübaşıdır.
İstanbul’dan yola çıkanlar, karadan Gebze’ye gelirler, oradan kayıklarla Hersek’e çıkarlar, ya da doğrudan İstanbul’dan gemilerle Hersek’e gelir, buradan da Yalakdere Vadisi’ni takip ederek Anadolu içlerine giderlerdi. Hersek yöresi, köprü başı oluşundan dolayı, her zaman küçük de olsa bir yerleşim yerine sahiplik etmişti.
İS. 4 ncü yüzyılın başlarında, bu günkü Hersek Köyü civarında DREPANE ( DREPANON- DREPANUM) adını taşıyan küçük ve önemsiz bir köyün varlığı bilinmektedir. İzmit’te din uğruna öldürülen LUKİANOS adında bir aziz, bu köye gömülmüştü. Bölgenin stratejik konumunu çok iyi değerlendiren Roma İmparatoru Constantinus I ( 325- 337), hem bu azizi dini anlamda onurlandırmak, hem de annesinin adını sürdürmek için, köyü büyüterek yeni binalar yaptırdı. Civardaki halkı, burada oturmaya mecbur etti. Yeni oluşturulan kentin adını da, annesi Helena’nın adından esinlenerek HELENOPOLİS (Helen’in Şehri) yaptı. Yoksa, Kraliçe Helene, Drepanum’da (Günümüzdeki Hersek Köyü) doğmamıştır.
Başta Ortodoks ve Katolik olmak üzere Hıristiyan dinine ait tüm kaynaklarda, İmparator Constantinus I’in annesi Helena adına izafeten, bu yerleşim yerine Helenopolis adını verdiği yazılı olmasına rağmen, Bilge Umar, “Türkiye Tarihsel Adlar” ismini verdiği kitabında “Helena” adı ile ilgili farklı bir yorum yapmakta, “Elana” adının Luwi dilinden geldiğini ve “Boğaz/Geçit Kenti” anlamında olduğu için burada kullanıldığını, ileri sürmektedir. Şüphesiz bu değerlendirmenin tartışılması gerekir.
İDDİA:
Orhan Gazi döneminde, Dil Baba adında bir derviş, Hersek’e gelmiş ve burada bulunan gemilerle karşı kıyıya geçmek istemiş.Ancak, gemiciler onu karşıya geçirmedikleri gibi, üstelik bir de alay etmişler.
Bunun üzerine sinirlenen Dil Baba, hemen eteğini toprakla doldurup denize avuç avuç dökmeye başlamış. Dervişin döktüğü toprak her adımda denizi dolduruyor, onunla yol oluyormuş.
Durumu gören ve ekmek yollarının kapanmak üzere olduğunu fark eden denizciler, Dil Baba’ya yalvarmışlar ve denize toprak dökmemesini istemişler. Derviş bu sözler üzerine onları affetmiş. Gemiciler de onu gemilerine alıp karşı kıyıya geçirmişler.
Derviş karşı kıyıya geçmiş ama, sırrı ortaya çıktığı için karaya ilk ayak bastığı yerde ruhunu teslim etmiş.
Dil Baba’nın kızarak kerametini açığa çıkardığı yere de, Dil Burnu adı verilmiş.
DOĞRUSU:
Bu sadece bir söylence... Evliya Çelebi’nin hayal gücünün eseri... Gerçekle yakından uzaktan bir ilgisi yok.
İDDİA:
Evliya Çelebi, Hersek’ten büyük bir kasaba diye söz ediyor ve büyük binaları sayıyor.
DOĞRUSU:
Ne var ki, Evliya Çelebi, son derece dikkatle okunması ve değerlendirilmesi gereken bir isimdir. Yazdıklarını tamamen doğru kabul ederek yola çıkmak, okuyanları yanıltabilir.
Hersek, köprübaşı olması nedeniyle önemini hep korumuş ama, depremlerden dolayı hiçbir zaman büyük bir yerleşim yeri olamamıştır.
Bu durumda, Sayın Bilge Umar’ın Hersek civarındaki bu küçük yerleşim yerine, Luwice “Boğaz/Geçit Kenti” anlamına gelen “ Elena” dan çevrinerek “Helenopolis” dendiği iddiası, inanılırlığını kaybetmekte, sadece bir varsayım olarak kalmaktadır.
İDDİA:
Bir zamanlar Çalıca’da Tuzcu Baba adında, fakir bir adam yaşarmış. Tuzcu Baba’nın kulübesinin önünde, dağ gibi tuz yığılıymış. İhtiyacı olanlar gelir, hiç para vermeden, buradan istedikleri kadar alırlar ama, tuz bir türlü bitmezmiş. Tuzcu Baba ölünce, tuz yığınının yanına gömülmüş. İhtiyacı olanlar yine para vermeden buradan tuz almaya devam etmişler. Bu durum, köye gelen yabancıların, bir gece gizlice Tuzcu Baba’nın tuzlarını çalarak civar köylere satmasına kadar devam etmiş. O günden sonra, Tuzcu Baba’nın mezarının yerinde tek tuz kalmamış.
DOĞRUSU:
Önce tuzun inanç dünyasındaki yerini, sonra da yapısını görelim.
Eski çağlardan beri bilinen ve çoğunlukla en temel gıda olan ekmekle birlikte anılan tuz, pek çok dinde de önem kazanmıştır. Örneğin Eski Ahit’te “...Rabbin önünde ebedi tuz ahdidir...”(Sayılar 18:19) ve “...bütün takdimelerin üzerinde tuz takdim edeceksin”(Levililer 2:13) sözleri yer alır. Benzer biçimde Yunanca’daki “ tuza karşı günah işleme”, Arapça’daki “aramızda tuz var” ve Farsça’daki “ tuza ihanet etmek” deyişlerinin hepsi, tuzun tanrı ile insanlar ya da insanların birbirleriyle arasındaki ahit ya da bağla yakından ilişkilendirildiğini gösterir. Bugün bile dünyanın bir çok yöresinde eve gelen bir konuğa ekmek ve tuz ikram etme geleneği vardır. Ayrıca hristiyanlıkta yeni evlenen bir çiftin şarap, ekmek ve tuzla kutsanmasında tuza verilen önem görülür. Tuzun eskiden para yerine kullanılmış olması da, bu maddenin insanlar için ne kadar önemli olduğunu gösterir.
Türkiye’de deniz, göl, kaya ve kaynak tuzu üretimi yapılmaktadır. Üretim için tuzlu su ya da tuz kayacı kaynağının bulunması, ortamdaki nemin düşük olması şarttır.
8 Temmuz 1995 günü, Çalıca Köyü’nde yapılan araştırmada, Tuzcu Baba’ya ait bir mezar bulunamadı. Köyde karşılaşılan yaşlılar, böyle bir söylenceyi duymadıklarını söylediler.
Esasen, hangi bölgelerde tuz olduğu, ya da olabileceği bellidir. Bölge, kaya tuzu elde edilebilmesine uygun değildir. Akan ve sonra durağanlaşan suyun dinlendirilmesiyle tuz elde edilmesi de, bölge şartlarına uygun değildir.
Olasılıkla bu söylence, olaya bir uhreviyet verme düşüncesiyle, sonradan yaratılmıştır, hayalidir.
İDDİA:
Yalova, Türkler’in eline 1325’te geçmiştir.
DOĞRUSU:
Osmanlı atlıları, Yalova yöresine 1302, 1307, 1326 ve 1327 gibi yıllarda akınlar yapmalarına rağmen, yöre, kesin olarak Osmanlı hakimiyetine Yalakonya Kalesi ve Çoban Kale’nin düşmesinden sonra girdi.1337’de bu iki kalenin elde edilmesinden sonra, Emir Ali Bey, Yalova yöresini ele geçirdi. (Yalakonya ve Çobankale hakkındaki değerlendirmeler için Zaman Tüneli’nde Yalova’ya bakınız)
Türk atlılarının bölgeye sık sık yaptıkları akınlar -istila ve belki de kısmi yerleşim faaliyetleri, bu tarihten sonra hukuki meşruiyet kazanarak işgale dönüştü, yörenin kontrolü tamamen Türkler’e geçti. (Ayrıntılar için Zaman Tüneli’nde Yalova isimli kitabıma bakılabilir.)
Hayvancılıkla geçinen göçebe Türkmenler’in, sınırın ötesinde kalan verimli otlaklar nedeniyle, sürüleriyle birlikte zaman zaman Roma (Tarihte hiçbir zaman Bizans diye bir devlet olmamıştır. Bu isim sonradan uydurulmuştur.) topraklarına girdikleri düşünülebilirse de, zaman zaman taktik akınlarla oluşan istila hareketi, 1337’den sonra işgale dönüşerek hukuki meşruiyet kazanmış ve bu tarihten itibaren yöre, vatan toprağı olarak benimsenmiş ve Türk Yurdu olmuştur
İDDİA:
Tavşanlı,1200 yıllarında, Osmanlı Beyliği’nin Kütahya ve Eskişehir civarından Marmara’ya doğru genişlemesi döneminde kurulmuş bir köydür.
DOĞRUSU:
Yalova yöresi, 1337’de Yalakonya Kalesi ve Çoban Kale düştükten sonra, Emir Ali Bey tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Bu tarihten önce, Yalova yöresinde herhangi bir Türk köyü oluşumu, halen tespit edilememiş ve bu durum belgelenememiştir.
Tavşanlı beldesinde de, değil 1200 yıllarına ,1400 yıllarına bile ait her hangi ( mezar taşı, mescit, camii, medrese,vb...) bir bulgu yoktur, varlığı bilinmemektedir.
İDDİA:
Yalova, İÖ. 4000 yıllarından beri yerleşim alanıdır.
DOĞRUSU:
İlin güneyinde Doğu- Batı istikametinde uzanan Samanlı Dağları’nın antik çağdaki adı Arganthonios idi. O devrin (NTH)’li tipik Anadolu adı olan Arganthonios, bize yöredeki genel yerleşimin İÖ. 2000’lere -, yani Hatti-Hitit dönemine kadar gittiğini gösterir.
Ancak, önceleri bir bataklık alan olan bugünkü il merkezindeki yerleşim, çok daha sonradır.
Değil ilk çağlar, Osmanlı dönemine bile ait çok az buluntu ele geçirilmiştir.
İDDİA:
Osman Gazi’nin komutanlarından Kara Yalvaçoğlu, fethettiği için yöreye Kara Yalovaç denilmiş. Bu da giderek Yalova’ya dönüşmüştür.
DOĞRUSU:
Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde, kendine özgü ifadelerle, Yalova’dan şöyle bahseder : “ Buraları Osman Gazi’nin fermanıyla Kara Yalvaçoğlu fethettiğinden, Kara Yalva derler”
Bir yerin tarihi araştırılacaksa, ilk müracaat edilecek kaynak, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi olamaz. Konunun uzmanı tarihçilerin yazdığı, ihtisas kitaplarının ilgili bölümlerini okuyup, sonra konu ile ilgili diğer kitaplardan tamamlayıcı bilgi olarak yararlanmak gerekir.
Yalova’yı Osmanlı toprakların katan kişi, Emir Ali Bey’dir. (Ayrıntılı bilgi için Zaman Tüneli’nde Yalova isimli kitabıma bakabilirsiniz.)
Mevcut belge, doküman ve kitapta, Osman Gazi’nin komutanları arasında Kara Yalvaçoğlu diye bir isme şimdiye kadar rastlanılmadığı gibi, böyle bir fermanla da karşılaşılmamıştır.
Aynı şekilde, Osman Gazi’nin komutanları arasında Yalvaç Bey isminde bir komutana rastlanamadığı için, Yalova’da yeni yapılan bir köprüye ( Yalvaç Bey Köprüsü ) adı vermek, sadece bir fantezidir.
İDDİA:
Yalova, Gazi Abdurrahman tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
DOĞRUSU:
Yalova’yı Osmanlı topraklarına katan kişi Gazi Abdurrahman değil, Emir Ali Bey’dir.
Gazi Abdurrahman, 1337’de Yalakonya Kalesi ve Çoban Kale düşmeden önce, yani Yalova yöresi daha Osmanlı topraklarına katılmadan, yaklaşık 1317’de, İznik’te savunanlara İstanbul’dan deniz yoluyla gönderilen takviye kuvvetlerini yenerek, onları denize döken komutandır. Yalova’nın fethiyle bir ilgisi yoktur. ( DEVAM EDECEK )