Bir insanın anlama ya da algılama kapasitesi, ancak beyni kadardır.
Ne söylerseniz söyleyin, o ancak kendi anlamak istediğini anlar.
Algılama kapasitesi zayıf insanlar, fikirlere önem vermez ve sorgulamadan yargılarlar.
Bu tarz kişi ve toplumlarda, menfaat ya da çıkar ön plânda olduğu için, olaylara sağlıklı bir bakış da pek görülmez.
Aynen, Avrupa’nın yaptığı gibi…
Ermeni tehciri konusunda, ne yaparsanız yapın onlar bildiğini okuyor.
Artık buna algılama zayıflığı mı dersiniz, yoksa çıkar çatışması mı, bilemem.
Konu güncel olduğu için, olayları ve ünlü Tehcir Kanunu’nun çıkışını kısaca hatırlatmak istiyorum.
Tarihlerinde hiçbir devletten ve hükümdardan görmedikleri ilgiyi Fatih Sultan Mehmet’le birlikte Osmanlı Devleti’nden gören Ermeniler, Osmanlı Devleti ve Türk Milleti’ne samimi bir şekilde bağlanmışlardı.
Hukuki bir statü içinde mümtaz bir cemaat durumunda olan Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin her türlü nimetinden cömertçe istifade etmişler, çok önemli makam ve mevkilere gelmişlerdi.
Ne var ki, Türk- Ermeni ilişkileri giderek bozuldu. Dış tahriklere kapılan bir takım Ermeniler, Anadolu’nun değişik yerlerinde zaman zaman ayaklanmalar çıkarmaya başladılar.
Özellikle, Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Milleti, çeşitli cephelerde dövüşürken, cephe gerisindeki köy ve kasabalara saldıran Ermeni çeteleri de korunmasız masum insanları vahşice katlediyorlardı.
O kadar ki, Doğu Cephesi’nde, Ruslar’a karşı yapılan askeri harekât tehlikeye düşer gibi oldu.
Bunun üzerine, İçişleri Bakanlığı, 24 Nisan 1915 tarihinde yayınladığı bir emirle, komite merkezlerinin kapatılmasını, zararlı harekette bulunanların tutuklanmasını ve suçluların Divan-ı Harb’e verilmesini istedi.
Ancak, bundan da bir sonuç alınamadı. Ele başlarının ve teröristlerin tutuklanması, olayları yatıştıracak yerde daha da şiddetlendirdi. Ordu azami derecede tehlikeli bir durumdaydı ve zaman ilerleyip kesin tavır alınmadıkça devletin içten yıkılması muhtemeldi.
En son insani çare olarak, 27 Mayıs 1915 tarihli, “Sefer Vakti Hükümetin İcraatına Karşı Gelenler İçin Askeri Yönden Uygulanacak Tedbirler Hakkında Kanun”, yayınlandı.
Ermeniler arasındaki ünlü Tehcir Kanunu işte budur. Tehcir, bir yerden başka bir yere göç ettirmek, hicret ettirmek manasını taşır. Fiilde bir sürgün anlamı yoktur. Görülüyor ki, Ermeniler’in Avrupa ve ABD Parlamentoları’nda, sözde ( 24 Nisan, Soykırımı Anma Günü) olarak çıkarmaya çalıştıkları karar tasarıları, elebaşları ve teröristlerin tutuklanmalarına matuf olup, tehcirle ilgili değildir.
Osmanlı Hükümeti, 27 Mayıs 1915 tarihli kanunla; Ordu, Bağımsız Kolordu ve Tümen Komutanlıkları’na, askeri sebeplere dayanarak, casusluk ve hainliklerini hissettikleri bölge halkını, tek tek veya toplu olarak memleketin diğer bölgelerine gönderebilmelerine yetki verdi. Bu kanunun yayınlandığı günlerde çıkardığı bazı kanunlarla da göç edenlerin ve kalanların can ve mal emniyetini sağlamak için büyük bir külfete de girdi.
Şimdi, bu kanunlarda belirtilen, alınacak önlemlerden bazılarını çok kısa olarak görelim:
“Nakledilen Ermeniler, taşınabilir bütün mallarını yanlarında götürebilirler”
“Yerleşme yerine gelen ahalinin, kesinlikle iskanına kadar beslenme ve muhtaç olanların evlerinin yapımı hükümete aittir.”
“İskânı sağlanan her aileye geçmişteki ekonomik durumları göz önüne alınarak arazi verilecektir.”
“Muhtaç durumda olanlara sermaye ve araç verilecektir.”
Lozan Antlaşması’nın 31 nci maddesiyle konuya son verelim.
Bu maddeyle, bir zamanlar Osmanlı Devleti vatandaşı olan herkesin iki yıl içinde Türk vatandaşı olarak Türkiye’ye gelebileceği karara bağlandı.
Olayın Yalova boyutuna gelince…
Tehcir’e gönderilen Ermeniler dönünce, evlerinde bazı Müslüman Türkler’in oturduğunu gördüler.
Devlet, derhal duruma müdahale etti ve işgal edilen evler, Ermeniler’e geri verildi.
Bu arada, her aileye belirli bir miktar para yardımı da yapıldı.
(Fazla ayrıntısına girmiyorum. Konuyla ilgili hazırladığım “Yaşayan Tarih” isimli belgesel zaman zaman TRT kanallarında oynuyor. Konunun Yalova ile ilgili bölümleri için de, değerli kardeşim Muhsin Sevencan’ın Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde bulduğu evrakları yayınlamasını bekliyorum.)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Akyol
Kim, Ne Anlamak İstiyor?
Bir insanın anlama ya da algılama kapasitesi, ancak beyni kadardır.
Ne söylerseniz söyleyin, o ancak kendi anlamak istediğini anlar.
Algılama kapasitesi zayıf insanlar, fikirlere önem vermez ve sorgulamadan yargılarlar.
Bu tarz kişi ve toplumlarda, menfaat ya da çıkar ön plânda olduğu için, olaylara sağlıklı bir bakış da pek görülmez.
Aynen, Avrupa’nın yaptığı gibi…
Ermeni tehciri konusunda, ne yaparsanız yapın onlar bildiğini okuyor.
Artık buna algılama zayıflığı mı dersiniz, yoksa çıkar çatışması mı, bilemem.
Konu güncel olduğu için, olayları ve ünlü Tehcir Kanunu’nun çıkışını kısaca hatırlatmak istiyorum.
Tarihlerinde hiçbir devletten ve hükümdardan görmedikleri ilgiyi Fatih Sultan Mehmet’le birlikte Osmanlı Devleti’nden gören Ermeniler, Osmanlı Devleti ve Türk Milleti’ne samimi bir şekilde bağlanmışlardı.
Hukuki bir statü içinde mümtaz bir cemaat durumunda olan Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin her türlü nimetinden cömertçe istifade etmişler, çok önemli makam ve mevkilere gelmişlerdi.
Ne var ki, Türk- Ermeni ilişkileri giderek bozuldu. Dış tahriklere kapılan bir takım Ermeniler, Anadolu’nun değişik yerlerinde zaman zaman ayaklanmalar çıkarmaya başladılar.
Özellikle, Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Milleti, çeşitli cephelerde dövüşürken, cephe gerisindeki köy ve kasabalara saldıran Ermeni çeteleri de korunmasız masum insanları vahşice katlediyorlardı.
O kadar ki, Doğu Cephesi’nde, Ruslar’a karşı yapılan askeri harekât tehlikeye düşer gibi oldu.
Bunun üzerine, İçişleri Bakanlığı, 24 Nisan 1915 tarihinde yayınladığı bir emirle, komite merkezlerinin kapatılmasını, zararlı harekette bulunanların tutuklanmasını ve suçluların Divan-ı Harb’e verilmesini istedi.
Ancak, bundan da bir sonuç alınamadı. Ele başlarının ve teröristlerin tutuklanması, olayları yatıştıracak yerde daha da şiddetlendirdi. Ordu azami derecede tehlikeli bir durumdaydı ve zaman ilerleyip kesin tavır alınmadıkça devletin içten yıkılması muhtemeldi.
En son insani çare olarak, 27 Mayıs 1915 tarihli, “Sefer Vakti Hükümetin İcraatına Karşı Gelenler İçin Askeri Yönden Uygulanacak Tedbirler Hakkında Kanun”, yayınlandı.
Ermeniler arasındaki ünlü Tehcir Kanunu işte budur. Tehcir, bir yerden başka bir yere göç ettirmek, hicret ettirmek manasını taşır. Fiilde bir sürgün anlamı yoktur. Görülüyor ki, Ermeniler’in Avrupa ve ABD Parlamentoları’nda, sözde ( 24 Nisan, Soykırımı Anma Günü) olarak çıkarmaya çalıştıkları karar tasarıları, elebaşları ve teröristlerin tutuklanmalarına matuf olup, tehcirle ilgili değildir.
Osmanlı Hükümeti, 27 Mayıs 1915 tarihli kanunla; Ordu, Bağımsız Kolordu ve Tümen Komutanlıkları’na, askeri sebeplere dayanarak, casusluk ve hainliklerini hissettikleri bölge halkını, tek tek veya toplu olarak memleketin diğer bölgelerine gönderebilmelerine yetki verdi. Bu kanunun yayınlandığı günlerde çıkardığı bazı kanunlarla da göç edenlerin ve kalanların can ve mal emniyetini sağlamak için büyük bir külfete de girdi.
Şimdi, bu kanunlarda belirtilen, alınacak önlemlerden bazılarını çok kısa olarak görelim:
“Nakledilen Ermeniler, taşınabilir bütün mallarını yanlarında götürebilirler”
“Yerleşme yerine gelen ahalinin, kesinlikle iskanına kadar beslenme ve muhtaç olanların evlerinin yapımı hükümete aittir.”
“İskânı sağlanan her aileye geçmişteki ekonomik durumları göz önüne alınarak arazi verilecektir.”
“Muhtaç durumda olanlara sermaye ve araç verilecektir.”
Lozan Antlaşması’nın 31 nci maddesiyle konuya son verelim.
Bu maddeyle, bir zamanlar Osmanlı Devleti vatandaşı olan herkesin iki yıl içinde Türk vatandaşı olarak Türkiye’ye gelebileceği karara bağlandı.
Olayın Yalova boyutuna gelince…
Tehcir’e gönderilen Ermeniler dönünce, evlerinde bazı Müslüman Türkler’in oturduğunu gördüler.
Devlet, derhal duruma müdahale etti ve işgal edilen evler, Ermeniler’e geri verildi.
Bu arada, her aileye belirli bir miktar para yardımı da yapıldı.
(Fazla ayrıntısına girmiyorum. Konuyla ilgili hazırladığım “Yaşayan Tarih” isimli belgesel zaman zaman TRT kanallarında oynuyor. Konunun Yalova ile ilgili bölümleri için de, değerli kardeşim Muhsin Sevencan’ın Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde bulduğu evrakları yayınlamasını bekliyorum.)
www.ahmetakyol.net