Bugün Harf Devrimi’ nden söz edeceğiz ama önce uluslararası bazı spor karşılaşmalarını gözünüzün önüne getirmenizi isterim. Suudi Arabistan, Çin, Kore, Japonya gibi ülkelerin maçlarını hatırlayın. Dikkatli gözlerden muhakkak kaçmıyordur. Adı geçen ülkelerin oyuncularının formalarının arkasında, oyuncuların isimleri, kendi ulusal alfabeleriyle/ harfleriyle değil, Lâtin harfleriyle yazılı…
Çince’ den başka lisan bilmeyen bir Çinli düşünün; televizyonda seyrettiği uluslararası maçlarda kendi oyuncusunun formasının arkasındaki ismi herhalde anlayamaz. Örneğin Araplar, Ruslar, Koreliler ve Japonlar için de herhalde durum aynıdır.
Bize gelince... Bizim oyuncularımızın ulusal formalarının arkasında, ulusal harflerimizle yazılmış isimleri var. Konunun önemi, zannediyorum fark edilmiştir.
***
Cumhuriyet’in ilânından sonra, yeni yönetimin yöneldiği ilk alanlardan biri de eğitimdi. 1924’te medrese- mektep ikiliğini yok etmek ve öğretim birliğini sağlamak amacıyla Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkarıldı.
Bunu Şer’ riye ve Evkaf Vekâleti’ nin kaldırılması takip etti. “Şerriye” sözcüğü din işlerini, “Evkaf” ise vakıflar anlamına geliyordu. Osmanlı’ da din hizmetleri ile ilgilenen Şeyhülislâm makamı ile Vakıf malları ile ilgilenen Evkaf-ı Hümâyun Nezareti’ nin hizmetleri 3 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı yasa ile kaldırıldı. Vakıflar yönetimi Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetimine, din işleri de Diyanet İşleri Başkanlığı’ na devredildi. Okulların tümünün denetimini Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı)’ne bağlandı.
1 Kasım 1928’de TBMM’de kabul edilen ve 3 Kasım’da Resmi Gazete’ de yayımlanan 1353 sayılı “ Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” ile yasada “Türk Harfleri” olarak anılan yeni harfler, Arap harflerinin yerini aldı.
Prof. Dr. İlber Ortaylı’ nın bu konudaki değerlendirmesinin küçük bir bölümünü aynen alıyorum:
“… 1935 sayımındaki okuma yazma oranına yüzde 20 civarında okuryazar rakamı yansıyor. İmparatorluk yıkıldığında ise cehalet oranı yüzde 90’dı. Yüzde 10’nun okuryazarlığını 1878 Meclisi’ndeki bir mebusun şu ifadesi ile tasvir mümkündür: ‘Köylerde kimse okuma yazma bilmez. Köyün imamı bile yazısını yazdıktan sonra mürekkebi kuruyunca yazdığını okuyamaz.’
II. Abdülhamid Han’ın emri üzerine, bir konuyu araştırmak üzerine kurulu komisyon üyelerinin mühimme defterlerini okuyamamak gibi bir mazeretle layihanın (raporun) yazımını tehir ettikleri bildiriliyor. Bu bir efsane değil; siyakat kullanarak yazılan tahrir defterleri, birtakım Osmanlı vakayinameleri dışında devletin divani yazı (hatt) ile kaleme alınan evrakı bürokrasisinin okuma kabiliyeti dışındaydı. Bu yüzdendir ki Tanzimat Dönemi’nde Mülkiye gibi bazı mekteplerde ‘divani yazı’ hocası istihdam edilmiştir.”(Hürriyet, 14 Kasım 2021)
Edebiyat Fakültelerinde tertiplenen paleografya ve diplomatika seminerlerinde “Harf devriminin nesiller arasında kültürel bir uçurum yarattığı söylentilerinin geçerli olmadığı” anlaşılmıştır.
Yeni Türk harflerine geçmek mutlak ihtiyaç olarak görülmüştü. Zira Türkçe gibi sekiz sesli harfin kullanıldığı ve telâffuz edildiği bir dili, Arap harfleriyle yazmak mümkün değildir. Eski metinlerdeki yer isimlerini ve şahıs isimlerini çözmekte hâlâ güçlük çekilmektedir.
Arap harflerinin Türkçe’ ye uyumsuzluğu hakkında da biraz söz etmek isterim.
Her dilin kendi özelliklerinden doğan bir alfabesi olması gerekir. Örneğin Çin alfabesi Çince’ nin, Japon alfabesi Japonca ‘nın, Yunan alfabesi Yunanca’nın özelliklerine uygundur.
Arap alfabesi de, Arapça’ nın yapısına uygun seslerden doğmuş, bu sesleri yansıtacak, Arapların anlaşmasını sağlayacak ölçüde biçimlenmiştir. Türkler, tarih boyunca konuştukları Türkçe’ ye uygun alfabeler kullanırken, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra Arap alfabesini kullanmaya başlamışlardı. Oysa Arap alfabesi Arapçaya uygundu, Türkçe’ ye değil!
Prof.Dr. Bernard LEWİS, bu durumu şöyle açıklamıştır:
“Arap alfabesi Arapçaya mükemmel uymakla beraber Türkçe’ de Arap yazısının ifade edemediği birçok şekil ve ses yapısı vardır.” (Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara, 1993, s. 421)
Arap harflerinin Türkçe’ ye uygun olmadığı şöyle açıklanabilir: Arap harfleri başta, ortada, sonda farklı yazılır. Bu nedenle Arap alfabesindeki 33 harf 99 harf halini almıştır.
Arap alfabesinin sadece ünsüzler (sessiz harfler) üzerine kurulan bir yapı düzeni vardır. Türkçe’ deki dokuz ünlü (a,o,u,e,e’,ö,ü,ı,i) sese karşı Arapça’ da sadece üç sesli harf (a,i,u) bulunur. Bu durum bir konuyu Türkçe ifade etmekte güçlük yaratmaktadır.
Türkçe’ de bulunan dört yuvarlak sesli ( o,ö,u,ü) için Arapça’ da sadece (u) seslisi vardır. (Arapların ‘Rum’ diye tanımladıkları, esasen ‘Rom’dur, yani Romalı…)
Ayrıca, Arapça’ dan alınmış olan eski alfabede, aynı ses için gereksiz yere birkaç harf mevcuttur. Örneğin; “s” sesi için “se”(üç noktalı), “sin”(dişli) ve “sad” adlarında üç harf vardır. “Sabit”, “sana”, “sanki” sözcüklerinin ilk harfleri birbirine benzemez. Se’nin kullanılacağı Türkçe sözcük yoktur.
Yine “Z” sesi için dört ayrı harf grubu vardır: “zel” (noktalı dal), “ze” ( z), “Zı” (noktalı tı), “dat” (noktalı sat)…
Buna paralel olarak da “zarar”, ”zulüm”, “ziraat”, “zeki” sözcüklerinin ilk harfleri aynı sesi taşıdıkları halde, ayrı ayrı harflerle yazılır. Böyle yazılmazsa sözcüğün anlamı değer taşımaz. (Ömer Asım AKSOY, Atatürk ve Türk Devrimi, Ankara, 1963, s. 13)
Türkçe sondan eklemeli bir dil, Arapça ise çekimli bir dildir. (Zeynep Korkmaz, Atatürk ve Türk Dili, Türk Dili Dergisi, Temmuz 2006, s. 25)
Arapça’ da sessiz harflerin okunuşu kuralsızdır. Örneğin, “dal” (de) harfinden başka “tı” adı verilmiş olan “t” harfi zaman zaman “de” okunur. ”T” için de “te” ve “tı” diye iki harf vardır. “Gayn”(g) ve “Kaf” (k) sessizleri sözcüğe göre “g”, “k” olarak da okunur.
Rık’a, Nesih, Talik, Sülüs, Matbu gibi birçok çeşidi olan Arap yazısının bütün çeşitlerini okumak uzmanlık gerektiren bir iştir. Bu nedenle Arap harfleriyle okuma yazma bilen birinin önüne gelen tüm metinleri okuması imkânsızdır.
Ömer Asım AKSOY’ un tespitine göre; aynı dil ailesi içinde bulunan diller arasında karşılıklı etkiler, alış verişler yadırganmaz, kaynaşma kolay olur. Türk dilini içine alan Ural- Altay (Turan) dilleri ailesi ile Arapça’ yı içine alan Sami dilleri ve Farsça’ yı içine alan Hint- Avrupa (Ârî) dilleri ailesi arasında ise bir ilişki yoktur. Bundan dolayı Arapça ve Farsça sözcüklerin ve kuralların Türk diliyle kaynaşması oldukça zordur. (Ömer Asım AKSOY, Atatürk ve Türk Devrimi, Ankara, 1963, s. 14)
Arap alfabesiyle Türkçe mesaj yazmada da sorunlar yaşanıyordu. Osmanlıcada çoğu sözcük gelişinden okunuyor, anlam bütünlüğü kurularak sonuca gidiliyordu. Örneğin “mükemmel” sözcüğünü yazmak için bugünkü harflerle “mkml” yazılıyordu. Bu yüzden bir sözcük pek çok şekilde anlamlandırılıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda Enver Paşa, bu durumu önlemek için yeni bir alfabe kullanmayı denemiş ama başarılı olamamıştı. (Şevket Süreyya AYDEMİR, Tek Adam, III, İstanbul, 1993, s. 323)
Osmanlı’nın kullandığı Arap alfabesinin bırakılıp, yeni Türk harflerine geçilmesi, Türkçe’nin özleşmesi ve gelişmesi yolunda kuşkusuz en büyük dönemeçlerden biridir.
Bu arada bir konuyu da özellikle belirtmek isterim. Yeni harfleri ilk kabul eden ilk Müslüman ülkesi biz değiliz; Arnavutlar bu alanda öncüdür. Azerbaycan da yeni harfleri Türkiye’den önce kabul etmiştir. 1940’ lı yıllara kadar Azerbaycan’da her şey Lâtin harfleriyle çıktı, sonra Rusya’ nın baskısıyla zorla Kiril alfabesi kabul ettirildi. Azerbaycan bağımsızlığına kavuşunca yeniden Lâtin harflerini kullanmaya başladı.
Konuya son bir cümle ve değerlendirmeyle son veriyorum. Arap harfleri yerine Lâtin harflerinin kullanılması, 1926 yılında Bakü’de toplanan Türkoloji Kongresi’nde karar altına alınmış, Türk Dünyası’nın birlik ve bütünlüğü düşünülmüştü.
SON SÖZ:
Harf devrimi, Türk kültür yaşantısını ve yapısını, Arap ve Fars kültür baskısından kurtarıp ulusal kimliğe büründürmüştür. Osmanlıca öğrenilmesini istemek, Türk fonetiğine asla uymayan Arap harflerinin gündeme gelmesi demektir. Türkiye’de tarih öğrenmek için ne Osmanlıcaya ne de Arap alfabesine ihtiyaç vardır. “Yazı ve dil devrimlerinin Türkiye’yi tarihinden kopardığı” iddiası doğru değildir. Ben Türk’üm ve özgün Türk alfabesiyle Türkçe okuyup yazabilmekten büyük onur duyuyorum.
Bu arada hatırlayalım: 1 Kasım, aynı zamanda 1 Kasım 1922’ de Saltanat’ ın kaldırılışının da yıldönümüdür. Saltanat bu tarihte sona ermiştir. Tekrarlayalım, SALTANAT SONA ERMİŞTİR!
Günüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Akyol
Harf Devrimi Ve Önemi
GÜNAYDIN Değerli Okurlar,
Bugün Harf Devrimi’ nden söz edeceğiz ama önce uluslararası bazı spor karşılaşmalarını gözünüzün önüne getirmenizi isterim. Suudi Arabistan, Çin, Kore, Japonya gibi ülkelerin maçlarını hatırlayın. Dikkatli gözlerden muhakkak kaçmıyordur. Adı geçen ülkelerin oyuncularının formalarının arkasında, oyuncuların isimleri, kendi ulusal alfabeleriyle/ harfleriyle değil, Lâtin harfleriyle yazılı…
Çince’ den başka lisan bilmeyen bir Çinli düşünün; televizyonda seyrettiği uluslararası maçlarda kendi oyuncusunun formasının arkasındaki ismi herhalde anlayamaz. Örneğin Araplar, Ruslar, Koreliler ve Japonlar için de herhalde durum aynıdır.
Bize gelince... Bizim oyuncularımızın ulusal formalarının arkasında, ulusal harflerimizle yazılmış isimleri var. Konunun önemi, zannediyorum fark edilmiştir.
***
Cumhuriyet’in ilânından sonra, yeni yönetimin yöneldiği ilk alanlardan biri de eğitimdi. 1924’te medrese- mektep ikiliğini yok etmek ve öğretim birliğini sağlamak amacıyla Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkarıldı.
Bunu Şer’ riye ve Evkaf Vekâleti’ nin kaldırılması takip etti. “Şerriye” sözcüğü din işlerini, “Evkaf” ise vakıflar anlamına geliyordu. Osmanlı’ da din hizmetleri ile ilgilenen Şeyhülislâm makamı ile Vakıf malları ile ilgilenen Evkaf-ı Hümâyun Nezareti’ nin hizmetleri 3 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı yasa ile kaldırıldı. Vakıflar yönetimi Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetimine, din işleri de Diyanet İşleri Başkanlığı’ na devredildi. Okulların tümünün denetimini Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı)’ne bağlandı.
1 Kasım 1928’de TBMM’de kabul edilen ve 3 Kasım’da Resmi Gazete’ de yayımlanan 1353 sayılı “ Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” ile yasada “Türk Harfleri” olarak anılan yeni harfler, Arap harflerinin yerini aldı.
Prof. Dr. İlber Ortaylı’ nın bu konudaki değerlendirmesinin küçük bir bölümünü aynen alıyorum:
“… 1935 sayımındaki okuma yazma oranına yüzde 20 civarında okuryazar rakamı yansıyor. İmparatorluk yıkıldığında ise cehalet oranı yüzde 90’dı. Yüzde 10’nun okuryazarlığını 1878 Meclisi’ndeki bir mebusun şu ifadesi ile tasvir mümkündür: ‘Köylerde kimse okuma yazma bilmez. Köyün imamı bile yazısını yazdıktan sonra mürekkebi kuruyunca yazdığını okuyamaz.’
II. Abdülhamid Han’ın emri üzerine, bir konuyu araştırmak üzerine kurulu komisyon üyelerinin mühimme defterlerini okuyamamak gibi bir mazeretle layihanın (raporun) yazımını tehir ettikleri bildiriliyor. Bu bir efsane değil; siyakat kullanarak yazılan tahrir defterleri, birtakım Osmanlı vakayinameleri dışında devletin divani yazı (hatt) ile kaleme alınan evrakı bürokrasisinin okuma kabiliyeti dışındaydı. Bu yüzdendir ki Tanzimat Dönemi’nde Mülkiye gibi bazı mekteplerde ‘divani yazı’ hocası istihdam edilmiştir.”(Hürriyet, 14 Kasım 2021)
Edebiyat Fakültelerinde tertiplenen paleografya ve diplomatika seminerlerinde “Harf devriminin nesiller arasında kültürel bir uçurum yarattığı söylentilerinin geçerli olmadığı” anlaşılmıştır.
Yeni Türk harflerine geçmek mutlak ihtiyaç olarak görülmüştü. Zira Türkçe gibi sekiz sesli harfin kullanıldığı ve telâffuz edildiği bir dili, Arap harfleriyle yazmak mümkün değildir. Eski metinlerdeki yer isimlerini ve şahıs isimlerini çözmekte hâlâ güçlük çekilmektedir.
Arap harflerinin Türkçe’ ye uyumsuzluğu hakkında da biraz söz etmek isterim.
Her dilin kendi özelliklerinden doğan bir alfabesi olması gerekir. Örneğin Çin alfabesi Çince’ nin, Japon alfabesi Japonca ‘nın, Yunan alfabesi Yunanca’nın özelliklerine uygundur.
Arap alfabesi de, Arapça’ nın yapısına uygun seslerden doğmuş, bu sesleri yansıtacak, Arapların anlaşmasını sağlayacak ölçüde biçimlenmiştir. Türkler, tarih boyunca konuştukları Türkçe’ ye uygun alfabeler kullanırken, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra Arap alfabesini kullanmaya başlamışlardı. Oysa Arap alfabesi Arapçaya uygundu, Türkçe’ ye değil!
Prof.Dr. Bernard LEWİS, bu durumu şöyle açıklamıştır:
“Arap alfabesi Arapçaya mükemmel uymakla beraber Türkçe’ de Arap yazısının ifade edemediği birçok şekil ve ses yapısı vardır.” (Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara, 1993, s. 421)
Arap harflerinin Türkçe’ ye uygun olmadığı şöyle açıklanabilir: Arap harfleri başta, ortada, sonda farklı yazılır. Bu nedenle Arap alfabesindeki 33 harf 99 harf halini almıştır.
Arap alfabesinin sadece ünsüzler (sessiz harfler) üzerine kurulan bir yapı düzeni vardır. Türkçe’ deki dokuz ünlü (a,o,u,e,e’,ö,ü,ı,i) sese karşı Arapça’ da sadece üç sesli harf (a,i,u) bulunur. Bu durum bir konuyu Türkçe ifade etmekte güçlük yaratmaktadır.
Türkçe’ de bulunan dört yuvarlak sesli ( o,ö,u,ü) için Arapça’ da sadece (u) seslisi vardır. (Arapların ‘Rum’ diye tanımladıkları, esasen ‘Rom’dur, yani Romalı…)
Ayrıca, Arapça’ dan alınmış olan eski alfabede, aynı ses için gereksiz yere birkaç harf mevcuttur. Örneğin; “s” sesi için “se”(üç noktalı), “sin”(dişli) ve “sad” adlarında üç harf vardır. “Sabit”, “sana”, “sanki” sözcüklerinin ilk harfleri birbirine benzemez. Se’nin kullanılacağı Türkçe sözcük yoktur.
Yine “Z” sesi için dört ayrı harf grubu vardır: “zel” (noktalı dal), “ze” ( z), “Zı” (noktalı tı), “dat” (noktalı sat)…
Buna paralel olarak da “zarar”, ”zulüm”, “ziraat”, “zeki” sözcüklerinin ilk harfleri aynı sesi taşıdıkları halde, ayrı ayrı harflerle yazılır. Böyle yazılmazsa sözcüğün anlamı değer taşımaz. (Ömer Asım AKSOY, Atatürk ve Türk Devrimi, Ankara, 1963, s. 13)
Türkçe sondan eklemeli bir dil, Arapça ise çekimli bir dildir. (Zeynep Korkmaz, Atatürk ve Türk Dili, Türk Dili Dergisi, Temmuz 2006, s. 25)
Arapça’ da sessiz harflerin okunuşu kuralsızdır. Örneğin, “dal” (de) harfinden başka “tı” adı verilmiş olan “t” harfi zaman zaman “de” okunur. ”T” için de “te” ve “tı” diye iki harf vardır. “Gayn”(g) ve “Kaf” (k) sessizleri sözcüğe göre “g”, “k” olarak da okunur.
Rık’a, Nesih, Talik, Sülüs, Matbu gibi birçok çeşidi olan Arap yazısının bütün çeşitlerini okumak uzmanlık gerektiren bir iştir. Bu nedenle Arap harfleriyle okuma yazma bilen birinin önüne gelen tüm metinleri okuması imkânsızdır.
Ömer Asım AKSOY’ un tespitine göre; aynı dil ailesi içinde bulunan diller arasında karşılıklı etkiler, alış verişler yadırganmaz, kaynaşma kolay olur. Türk dilini içine alan Ural- Altay (Turan) dilleri ailesi ile Arapça’ yı içine alan Sami dilleri ve Farsça’ yı içine alan Hint- Avrupa (Ârî) dilleri ailesi arasında ise bir ilişki yoktur. Bundan dolayı Arapça ve Farsça sözcüklerin ve kuralların Türk diliyle kaynaşması oldukça zordur. (Ömer Asım AKSOY, Atatürk ve Türk Devrimi, Ankara, 1963, s. 14)
Arap alfabesiyle Türkçe mesaj yazmada da sorunlar yaşanıyordu. Osmanlıcada çoğu sözcük gelişinden okunuyor, anlam bütünlüğü kurularak sonuca gidiliyordu. Örneğin “mükemmel” sözcüğünü yazmak için bugünkü harflerle “mkml” yazılıyordu. Bu yüzden bir sözcük pek çok şekilde anlamlandırılıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda Enver Paşa, bu durumu önlemek için yeni bir alfabe kullanmayı denemiş ama başarılı olamamıştı. (Şevket Süreyya AYDEMİR, Tek Adam, III, İstanbul, 1993, s. 323)
Osmanlı’nın kullandığı Arap alfabesinin bırakılıp, yeni Türk harflerine geçilmesi, Türkçe’nin özleşmesi ve gelişmesi yolunda kuşkusuz en büyük dönemeçlerden biridir.
Bu arada bir konuyu da özellikle belirtmek isterim. Yeni harfleri ilk kabul eden ilk Müslüman ülkesi biz değiliz; Arnavutlar bu alanda öncüdür. Azerbaycan da yeni harfleri Türkiye’den önce kabul etmiştir. 1940’ lı yıllara kadar Azerbaycan’da her şey Lâtin harfleriyle çıktı, sonra Rusya’ nın baskısıyla zorla Kiril alfabesi kabul ettirildi. Azerbaycan bağımsızlığına kavuşunca yeniden Lâtin harflerini kullanmaya başladı.
Konuya son bir cümle ve değerlendirmeyle son veriyorum. Arap harfleri yerine Lâtin harflerinin kullanılması, 1926 yılında Bakü’de toplanan Türkoloji Kongresi’nde karar altına alınmış, Türk Dünyası’nın birlik ve bütünlüğü düşünülmüştü.
SON SÖZ:
Harf devrimi, Türk kültür yaşantısını ve yapısını, Arap ve Fars kültür baskısından kurtarıp ulusal kimliğe büründürmüştür. Osmanlıca öğrenilmesini istemek, Türk fonetiğine asla uymayan Arap harflerinin gündeme gelmesi demektir. Türkiye’de tarih öğrenmek için ne Osmanlıcaya ne de Arap alfabesine ihtiyaç vardır. “Yazı ve dil devrimlerinin Türkiye’yi tarihinden kopardığı” iddiası doğru değildir. Ben Türk’üm ve özgün Türk alfabesiyle Türkçe okuyup yazabilmekten büyük onur duyuyorum.
Bu arada hatırlayalım: 1 Kasım, aynı zamanda 1 Kasım 1922’ de Saltanat’ ın kaldırılışının da yıldönümüdür. Saltanat bu tarihte sona ermiştir. Tekrarlayalım, SALTANAT SONA ERMİŞTİR!
Günüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!