03 Mart, lâik Türkiye Cumhuriyeti tarihinde çok önemli üç kanunun kabul edilişinin yıldönümüdür.
3 Mart 1924’te, Halifeliğin kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanının yurt dışına çıkarılmasına, Şer’iyye (Şeriyatle ilgili) ve Evkaf(Vakıflar), Harbiye Vekâletleri’ nin kaldırılmasına, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun (Öğretim ve eğitimde birlik) kabulüne karar verilmişti.
Hazreti Muhammed, sağlığında, yeni kurduğu devletin her türlü işlerini yönetiyordu. O, hem bir Peygamber, hem de bir devlet başkanıydı. Peygamberin ölümüyle, yeni kurulan Arap Devleti başsız kaldı. Onun koyduğu esaslara göre, işleri yürütecek birisi gerekiyordu. Bu sebeple, ileri gelen Arap büyükleri toplanarak, başlarına Peygamberin akrabası ve ülküdaşı Hazreti Ebubekir’i getirdiler.
Hazreti Ebubekir, Hazreti Muhammed’in yerine geçti; Hazreti Muhammed’in halefi (ardılı) oldu. Hazreti Ebubekir’i, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali izlediler.
Kısacası, Hazreti Muhammed’in ardılı olarak Müslümanların yönetimini üstlenen kimseye Halife denir. Şiilik’ te ise Halife yerine İmam tabiri yeğlenir; bu makamı namaz kıldırma işlevinden ayırmak için de İmamet’i Kübra ( Büyük İmamlık) adı kullanılır.
Peygamber, kendisinin son Tanrı Elçisi olduğunu belirtmişti. Onun ölümü ile İslâm dininin Tanrısal yanı kapanmıştı; yani artık Tanrı, bir başkası aracılığıyla insanlara seslenemeyecekti. Böylece Halifeler, Peygamber’in yalnız yöneticilik sıfatına vekil olmuşlardır, yoksa dinsel sıfatına değil.
Ancak, Halifeler, otoritelerini sürdürmek için kendilerine dinsel sıfatlar da yakıştırdılar ve din esaslarına dayanan toplumdaki halk, halifeyi dinsel bir kişi olarak da gördü.
İslâm kamu hukukçuları, siyasal bir kurum durumuna gelmiş Halifeliğin şartlarını saptadılar. Özellikle el- Maverdi (Ölümü: 1058) adlı hukukçunun saptadığı şartlar, İslâm dünyasında uyulması gerekli bir kural haline geldi. Bu şartların en önemlisi, Halifenin, Peygamber soyundan gelmesi, yani Kureyş kabilesi içinden çıkmasıdır. Gerçekten hem ilk dört Halife, hem de Emevî ve Abbasî halifeleri, Kureyş kabilesine mensuptur.
Otoritelerinin en fazla olduğu devirlerde bile, halifeler tüm İslâm dünyasında tam bir egemenlik kuramamışlardır. Halifelik siyasal bir kurum olduğu için, çeşitli zümreler, onları tanımamıştır.
Halifelik sorununun zamanla birçok kanlı savaşlara sebep olduğu da bilinmektedir. Cemel Vak’ası’ nda Peygamber’in eşi Hz. Ayşe ile damadı Hz. Ali karşı karşıya gelmiş ve pek çok kan dökülmüştür. Cennetlikle müjdelenen on kişiden Zübeyr ve Talha da Hz. Ali’nin karşısında yer alanlar arasındaydı.
Halifelik sorunu yüzünden Hz. Ali ile Muaviye’nin de Sıffin’ de savaştığı bilinmektedir. Çünkü Muaviye, Hazreti Osman’ın öldürülmesinde parmağı olduğu iddiasıyla Hazreti Ali’nin halifeliğini tanımadı. Bunun üzerine Hz. Ali, Şam’da halifelik iddiasında bulunan Muaviye’nin üzerine ordusuyla gitti. Sıffin’ de yapılan savaşta kırk bin Müslüman öldü. Hakeme başvuruldu. İşin içine hile karıştı. Anlaşma sağlanamadı. Daha sonra Ali b. Ebu Talip’in ordusundan Hariciler ayrıldı ve onun halifeliğini tanımadı. Hz. Ali onların çoğunu kılıçtan geçirdi ve Kufe’ ye çekildi. 661’de bir Haricî tarafından öldürüldü. Yerine oğlu Hasan geçti ise de Muaviye’nin ısrarı üzerine kan dökülmesini önlemek için halifelikten vazgeçti. Şam’da Muaviye’nin halifeliği kesinleşti. Böylece Halifelik Haşimoğulları’ ndan Ümeyyeoğulları’ na geçti. Bunlara tarihte Emevîler denir.
Muaviye’nin oğlu Yezid zamanında Hazreti Ali’nin oğlu Hüseyin, Halife olmak üzere Mekke’den Kufe’ye hareket etti. Yezid’in askerleri onu Kerbelâ’da çevirdiler ve öldürdüler.
Bir ara Zübeyr b. Avam’ın oğlu Abdullah da ( ölümü : 692) Mekke’de halifelik iddiasında bulundu.
Halifelik, 750 yılında Emeviler’den Abbasiler’e geçti.
909 yılında Mısır’da Fatımiler Devleti kuruldu. Ubeydullah el- Mehdi, İmam Cafer as- Sadık’ın kuşağına mensup olduğunu söyleyerek ve onun oğlu İsmail’i imam tanıyarak Fatımiler Devleti’ni örgütledi. Peygamberin güzel kızı ve Hasan ile Hüseyin’in annesi Fatma ile öğünme nedeniyle bu devlete Fatımiler dendi.
Böylece, Mısır’da başka bir halifelik ve dinsel anlayış egemen oldu. Bu yönetim 1171 yılına dek sürdü. Selahattin Eyyubi çocuksuz ölen son Fatımi halifesinden sonra Abbasiler’in hükümdarını Halife tanıdı.
Eyyubiler Devleti Sünnilik ilkelerine dayalıydı. Dünya işlerini Selahattin Eyyubi, din işlerini Halife yürüttü.
3’üncü Abdurrahman, 929’da Endülüs’te halifeliğini açıkladı.
Emevî Halifesi Hişam’ın torunu Abdurrahman ( ölümü : 788), 775’te, İspanya’da, Endülüs Emevi Devleti’ni kurmuştu. Bunun soyundan gelen 3’üncü Abdurrahman, Nasır Lidinillah sanını alarak Halife oldu.
Böylece Bağdat’ta, Mısır’da ve Endülüs’te üç ayrı halifelik yönetimi doğdu.
İran Moğolları’ ndan (İlhanlılar’dan ) Hülâgü (ölümü: 1265) Bağdat’ı alarak 1258 yılında Abbasiler’in halifeliğine son verdi.
Bunun üzerine Müslümanlar üç buçuk yıl halifesiz kaldılar. Abbasiler’den Ahmet, Mısır’daki Türk Kölemen (Memluk) hükümdarı Baybars’a sığınmıştı. Abbasi ailesinden olduğunu kanıtlayan Ahmet, Baybars ( hükümdarlığı: 1260- 1277) tarafından M.1261’de halife tanındı. Al- Muntansır Billah Ebu’l- Kasım sanını alan Ahmet, yalnızca din işleriyle uğraşıyordu. Yönetim Baybars’ın buyruğunda idi. Halife, dünya işlerini yöneten Baybars’a saygı duyuyordu.
Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim halifeliği, Mısır’da oturan Abbasî soyundan al- Mütevekkil Alellah’ dan 1517’de aldı. Osmanlılar halifeliği almakla birlikte din işlerini Şeyhülislâm’ a bıraktılar.
Ancak, 1774 Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Osmanlı Padişahı, sınırları dışında kalan Kırım Müslümanları’ nın da dinsel önderi sayıldı.
II. Abdülhamit, 1876 Anayasası’na, “ Padişah, Halife olmak nedeniyle İslâm dininin koruyucusudur” cümlesinin konulmasını sağladı.
Son Osmanlı Padişahı Sultan Vahideddin de, Osmanlı payitahtını terk ettiğinde, “ Halife” sanını kullandı. Ne var ki, bu sana rağmen, gittiği ülkelerde arzu ettiği yakınlığı göremedi.
Kurtuluş Savaşı başladığında, Atatürk’ün hedefi tam bağımsızlıktı. Ancak, Atatürk tam bağımsızlığı kazanmak için savaşın kazanılmasını yeterli bulmuyordu. Ülke, kendi kendini idarede özerk bir devlet statüsüne de kavuşmalıydı.
Siyasî düzende istenilen aşamaya varılabilmesi için ise, Halife’nin sosyal hukuk düzenine ve eğitim alanına yön verici tutumu önlenmeliydi. Çünkü Halifelik, bütün insanlığı ilgilendiren, dünya ölçüsünde bir olaydı. Millî değildi. Çok yönlü oluşu sebebiyle, ülkenin çeşitli problemlerinin tartışılmasında sınırları aşan olumsuz durumların ortaya çıkacağı belliydi. Bu da, ülkenin bağımsızlığına gölge düşürecekti.
İşte bunun bilincinde olan TBMM, 3 Mart 1924 günü çıkardığı bir kanunla halifeliği kaldırdı. Halife Abdülmecit ile Osmanlı hanedanı üyelerinin yurt dışına çıkarılmasına karar verildi.
Yasanın gerekçesi, birinci maddede "halifeliğin hükûmet, Cumhuriyet, yani TBMM'nin anlam ve kavramı içinde zaten saklı olduğu" ifadesi ile açıklanmıştır.
Halifeliğin kaldırılması, iki bakımdan büyük önem taşır. Önce, esasen XII. yüzyılda fiilen ortadan kalmış ve Müslümanlar üzerinde hiçbir zaman birleştirici etkisi olmamış, gereksiz bir kuruma son verilmiştir.
İkincisi, halifeliğin kaldırılması ile laik düzene geçişte çok büyük bir adım atılmıştır.
Bundan sonradır ki, yönetim alanında olsun, hukuk ve eğitim açısından olsun, bir takım devrim yasalarının gerçekleşmesi sürdü.
Diğer yandan bu millî ve sosyal hareketin içinde dinin varlığı yok olmadı. Bütün safiyeti ve içtenliğiyle en büyük makam olan bireylerin vicdanlarında taht kurdu.
Halifeliğin kaldırıldığı gün, TBMM’nin çıkardığı bir kanunla dinî esasların yönetim kurallarından çekilmesi yolunda önemli bir hamle yapıldı. Şer’iyye Vekilliği’nin varlığı, din ve dünya işlerini birbirine karıştırıyordu. Bu örgüt, her türlü din işini düzenliyor, ayrıca diğer devlet kurumlarınca yapılan her türlü işlemin dine uygun olup olmadığını denetliyordu. Halifelik ile birlikte bu vekilliğin de kaldırılması gerekiyordu ve kaldırıldı.
Ayrıca, İslâmiyet’in yalnız inanç ve ibadete ilişkin işlerini yürütmek üzere, Başbakanlığa bağlı bir Diyanet İşleri Genel Müdürlüğü kuruldu.
Bu müdürlüğün, Şer’iyye Vekilliği gibi, devlet işlerine karışma yetkisi yoktu. Siyasete karışmayacak sadece din kuruluşlarının günlük çalışmalarını düzenleyecekti.
Diyanet İşleri Genel Müdürlüğü, sonradan yapılan bazı düzenlemelerle Diyanet İşleri Başkanlığı adını aldı.
Evkaf Vekâleti ise, İslâm devletlerinde önemli bir yeri olan vakıfları yönetiyordu. İslâm vakıfları, camii, mescit, medrese, okul, hastane gibi kamu kurumları kurmuşlardı.
Niteliği bakımından dinsel olan bu kurumlar da bir vekillikle yönetilemezlerdi. Bu sebeple, Evkaf Vekilliği de kaldırıldı.
Bu kuruluşlar, Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlandılar.
Böylece, devletin ana örgütünde, din ve siyaset ile uğraşan iki bakanlık ortadan kaldırıldı. Bunların yalnız yönetim görevleri ile uğraşan iki genel müdürlük olarak Başbakanlığa bağlanması üzerine lâikleşme yolunda önemli bir safha daha aşılıyordu.
Yazımızı Türkiye Cumhuriyeti’ nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün bazı sözleriyle sonlandıralım:
“Türkiye Cumhuriyetinde, her yetişkin dinini seçmekte hür olduğu gibi, belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Yani, ibadet hürriyeti vardır. Tabiatıyla ibadetler, güvenlik ve genel adaba aykırı olamaz; siyasî gösteri şeklinde de yapılamaz. Geçmişe çok görülmüş olan bu gibi durumlara artık Türkiye Cumhuriyeti asla katlanamaz.”
“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz din’ e saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.”
“Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.”
Aydınlık ve esenlik dolu günler dilerim.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Akyol
Halifelik Sorunu Ve Halifeliğin Kaldırılması
GÜNAYDIN Değerli Okurlar,
03 Mart, lâik Türkiye Cumhuriyeti tarihinde çok önemli üç kanunun kabul edilişinin yıldönümüdür.
3 Mart 1924’te, Halifeliğin kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanının yurt dışına çıkarılmasına, Şer’iyye (Şeriyatle ilgili) ve Evkaf(Vakıflar), Harbiye Vekâletleri’ nin kaldırılmasına, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun (Öğretim ve eğitimde birlik) kabulüne karar verilmişti.
Hazreti Muhammed, sağlığında, yeni kurduğu devletin her türlü işlerini yönetiyordu. O, hem bir Peygamber, hem de bir devlet başkanıydı. Peygamberin ölümüyle, yeni kurulan Arap Devleti başsız kaldı. Onun koyduğu esaslara göre, işleri yürütecek birisi gerekiyordu. Bu sebeple, ileri gelen Arap büyükleri toplanarak, başlarına Peygamberin akrabası ve ülküdaşı Hazreti Ebubekir’i getirdiler.
Hazreti Ebubekir, Hazreti Muhammed’in yerine geçti; Hazreti Muhammed’in halefi (ardılı) oldu. Hazreti Ebubekir’i, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali izlediler.
Kısacası, Hazreti Muhammed’in ardılı olarak Müslümanların yönetimini üstlenen kimseye Halife denir. Şiilik’ te ise Halife yerine İmam tabiri yeğlenir; bu makamı namaz kıldırma işlevinden ayırmak için de İmamet’i Kübra ( Büyük İmamlık) adı kullanılır.
Peygamber, kendisinin son Tanrı Elçisi olduğunu belirtmişti. Onun ölümü ile İslâm dininin Tanrısal yanı kapanmıştı; yani artık Tanrı, bir başkası aracılığıyla insanlara seslenemeyecekti. Böylece Halifeler, Peygamber’in yalnız yöneticilik sıfatına vekil olmuşlardır, yoksa dinsel sıfatına değil.
Ancak, Halifeler, otoritelerini sürdürmek için kendilerine dinsel sıfatlar da yakıştırdılar ve din esaslarına dayanan toplumdaki halk, halifeyi dinsel bir kişi olarak da gördü.
İslâm kamu hukukçuları, siyasal bir kurum durumuna gelmiş Halifeliğin şartlarını saptadılar. Özellikle el- Maverdi (Ölümü: 1058) adlı hukukçunun saptadığı şartlar, İslâm dünyasında uyulması gerekli bir kural haline geldi. Bu şartların en önemlisi, Halifenin, Peygamber soyundan gelmesi, yani Kureyş kabilesi içinden çıkmasıdır. Gerçekten hem ilk dört Halife, hem de Emevî ve Abbasî halifeleri, Kureyş kabilesine mensuptur.
Otoritelerinin en fazla olduğu devirlerde bile, halifeler tüm İslâm dünyasında tam bir egemenlik kuramamışlardır. Halifelik siyasal bir kurum olduğu için, çeşitli zümreler, onları tanımamıştır.
Halifelik sorununun zamanla birçok kanlı savaşlara sebep olduğu da bilinmektedir. Cemel Vak’ası’ nda Peygamber’in eşi Hz. Ayşe ile damadı Hz. Ali karşı karşıya gelmiş ve pek çok kan dökülmüştür. Cennetlikle müjdelenen on kişiden Zübeyr ve Talha da Hz. Ali’nin karşısında yer alanlar arasındaydı.
Halifelik sorunu yüzünden Hz. Ali ile Muaviye’nin de Sıffin’ de savaştığı bilinmektedir. Çünkü Muaviye, Hazreti Osman’ın öldürülmesinde parmağı olduğu iddiasıyla Hazreti Ali’nin halifeliğini tanımadı. Bunun üzerine Hz. Ali, Şam’da halifelik iddiasında bulunan Muaviye’nin üzerine ordusuyla gitti. Sıffin’ de yapılan savaşta kırk bin Müslüman öldü. Hakeme başvuruldu. İşin içine hile karıştı. Anlaşma sağlanamadı. Daha sonra Ali b. Ebu Talip’in ordusundan Hariciler ayrıldı ve onun halifeliğini tanımadı. Hz. Ali onların çoğunu kılıçtan geçirdi ve Kufe’ ye çekildi. 661’de bir Haricî tarafından öldürüldü. Yerine oğlu Hasan geçti ise de Muaviye’nin ısrarı üzerine kan dökülmesini önlemek için halifelikten vazgeçti. Şam’da Muaviye’nin halifeliği kesinleşti. Böylece Halifelik Haşimoğulları’ ndan Ümeyyeoğulları’ na geçti. Bunlara tarihte Emevîler denir.
Muaviye’nin oğlu Yezid zamanında Hazreti Ali’nin oğlu Hüseyin, Halife olmak üzere Mekke’den Kufe’ye hareket etti. Yezid’in askerleri onu Kerbelâ’da çevirdiler ve öldürdüler.
Bir ara Zübeyr b. Avam’ın oğlu Abdullah da ( ölümü : 692) Mekke’de halifelik iddiasında bulundu.
Halifelik, 750 yılında Emeviler’den Abbasiler’e geçti.
909 yılında Mısır’da Fatımiler Devleti kuruldu. Ubeydullah el- Mehdi, İmam Cafer as- Sadık’ın kuşağına mensup olduğunu söyleyerek ve onun oğlu İsmail’i imam tanıyarak Fatımiler Devleti’ni örgütledi. Peygamberin güzel kızı ve Hasan ile Hüseyin’in annesi Fatma ile öğünme nedeniyle bu devlete Fatımiler dendi.
Böylece, Mısır’da başka bir halifelik ve dinsel anlayış egemen oldu. Bu yönetim 1171 yılına dek sürdü. Selahattin Eyyubi çocuksuz ölen son Fatımi halifesinden sonra Abbasiler’in hükümdarını Halife tanıdı.
Eyyubiler Devleti Sünnilik ilkelerine dayalıydı. Dünya işlerini Selahattin Eyyubi, din işlerini Halife yürüttü.
3’üncü Abdurrahman, 929’da Endülüs’te halifeliğini açıkladı.
Emevî Halifesi Hişam’ın torunu Abdurrahman ( ölümü : 788), 775’te, İspanya’da, Endülüs Emevi Devleti’ni kurmuştu. Bunun soyundan gelen 3’üncü Abdurrahman, Nasır Lidinillah sanını alarak Halife oldu.
Böylece Bağdat’ta, Mısır’da ve Endülüs’te üç ayrı halifelik yönetimi doğdu.
İran Moğolları’ ndan (İlhanlılar’dan ) Hülâgü (ölümü: 1265) Bağdat’ı alarak 1258 yılında Abbasiler’in halifeliğine son verdi.
Bunun üzerine Müslümanlar üç buçuk yıl halifesiz kaldılar. Abbasiler’den Ahmet, Mısır’daki Türk Kölemen (Memluk) hükümdarı Baybars’a sığınmıştı. Abbasi ailesinden olduğunu kanıtlayan Ahmet, Baybars ( hükümdarlığı: 1260- 1277) tarafından M.1261’de halife tanındı. Al- Muntansır Billah Ebu’l- Kasım sanını alan Ahmet, yalnızca din işleriyle uğraşıyordu. Yönetim Baybars’ın buyruğunda idi. Halife, dünya işlerini yöneten Baybars’a saygı duyuyordu.
Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim halifeliği, Mısır’da oturan Abbasî soyundan al- Mütevekkil Alellah’ dan 1517’de aldı. Osmanlılar halifeliği almakla birlikte din işlerini Şeyhülislâm’ a bıraktılar.
Ancak, 1774 Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Osmanlı Padişahı, sınırları dışında kalan Kırım Müslümanları’ nın da dinsel önderi sayıldı.
II. Abdülhamit, 1876 Anayasası’na, “ Padişah, Halife olmak nedeniyle İslâm dininin koruyucusudur” cümlesinin konulmasını sağladı.
Son Osmanlı Padişahı Sultan Vahideddin de, Osmanlı payitahtını terk ettiğinde, “ Halife” sanını kullandı. Ne var ki, bu sana rağmen, gittiği ülkelerde arzu ettiği yakınlığı göremedi.
Kurtuluş Savaşı başladığında, Atatürk’ün hedefi tam bağımsızlıktı. Ancak, Atatürk tam bağımsızlığı kazanmak için savaşın kazanılmasını yeterli bulmuyordu. Ülke, kendi kendini idarede özerk bir devlet statüsüne de kavuşmalıydı.
Siyasî düzende istenilen aşamaya varılabilmesi için ise, Halife’nin sosyal hukuk düzenine ve eğitim alanına yön verici tutumu önlenmeliydi. Çünkü Halifelik, bütün insanlığı ilgilendiren, dünya ölçüsünde bir olaydı. Millî değildi. Çok yönlü oluşu sebebiyle, ülkenin çeşitli problemlerinin tartışılmasında sınırları aşan olumsuz durumların ortaya çıkacağı belliydi. Bu da, ülkenin bağımsızlığına gölge düşürecekti.
İşte bunun bilincinde olan TBMM, 3 Mart 1924 günü çıkardığı bir kanunla halifeliği kaldırdı. Halife Abdülmecit ile Osmanlı hanedanı üyelerinin yurt dışına çıkarılmasına karar verildi.
Yasanın gerekçesi, birinci maddede "halifeliğin hükûmet, Cumhuriyet, yani TBMM'nin anlam ve kavramı içinde zaten saklı olduğu" ifadesi ile açıklanmıştır.
Halifeliğin kaldırılması, iki bakımdan büyük önem taşır. Önce, esasen XII. yüzyılda fiilen ortadan kalmış ve Müslümanlar üzerinde hiçbir zaman birleştirici etkisi olmamış, gereksiz bir kuruma son verilmiştir.
İkincisi, halifeliğin kaldırılması ile laik düzene geçişte çok büyük bir adım atılmıştır.
Bundan sonradır ki, yönetim alanında olsun, hukuk ve eğitim açısından olsun, bir takım devrim yasalarının gerçekleşmesi sürdü.
Diğer yandan bu millî ve sosyal hareketin içinde dinin varlığı yok olmadı. Bütün safiyeti ve içtenliğiyle en büyük makam olan bireylerin vicdanlarında taht kurdu.
Halifeliğin kaldırıldığı gün, TBMM’nin çıkardığı bir kanunla dinî esasların yönetim kurallarından çekilmesi yolunda önemli bir hamle yapıldı. Şer’iyye Vekilliği’nin varlığı, din ve dünya işlerini birbirine karıştırıyordu. Bu örgüt, her türlü din işini düzenliyor, ayrıca diğer devlet kurumlarınca yapılan her türlü işlemin dine uygun olup olmadığını denetliyordu. Halifelik ile birlikte bu vekilliğin de kaldırılması gerekiyordu ve kaldırıldı.
Ayrıca, İslâmiyet’in yalnız inanç ve ibadete ilişkin işlerini yürütmek üzere, Başbakanlığa bağlı bir Diyanet İşleri Genel Müdürlüğü kuruldu.
Bu müdürlüğün, Şer’iyye Vekilliği gibi, devlet işlerine karışma yetkisi yoktu. Siyasete karışmayacak sadece din kuruluşlarının günlük çalışmalarını düzenleyecekti.
Diyanet İşleri Genel Müdürlüğü, sonradan yapılan bazı düzenlemelerle Diyanet İşleri Başkanlığı adını aldı.
Evkaf Vekâleti ise, İslâm devletlerinde önemli bir yeri olan vakıfları yönetiyordu. İslâm vakıfları, camii, mescit, medrese, okul, hastane gibi kamu kurumları kurmuşlardı.
Niteliği bakımından dinsel olan bu kurumlar da bir vekillikle yönetilemezlerdi. Bu sebeple, Evkaf Vekilliği de kaldırıldı.
Bu kuruluşlar, Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlandılar.
Böylece, devletin ana örgütünde, din ve siyaset ile uğraşan iki bakanlık ortadan kaldırıldı. Bunların yalnız yönetim görevleri ile uğraşan iki genel müdürlük olarak Başbakanlığa bağlanması üzerine lâikleşme yolunda önemli bir safha daha aşılıyordu.
Yazımızı Türkiye Cumhuriyeti’ nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün bazı sözleriyle sonlandıralım:
“Türkiye Cumhuriyetinde, her yetişkin dinini seçmekte hür olduğu gibi, belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Yani, ibadet hürriyeti vardır. Tabiatıyla ibadetler, güvenlik ve genel adaba aykırı olamaz; siyasî gösteri şeklinde de yapılamaz. Geçmişe çok görülmüş olan bu gibi durumlara artık Türkiye Cumhuriyeti asla katlanamaz.”
“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz din’ e saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.”
“Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.”
Aydınlık ve esenlik dolu günler dilerim.