Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Göçebe- Göçmen, Sığınmacı Üzerine Düşünceler

Yazının Giriş Tarihi: 16.06.2023 11:38
Yazının Güncellenme Tarihi: 16.06.2023 11:38

Türkler göçebe değil, konar- göçer bir hayat yaşıyorlardı; elbette göçmen de değillerdi.

Unutmayalım, göçebenin yurdu yoktur. Göçebe avaredir, kültürü de yoktur.

İslâm öncesi Türklerin yaşamı yazın yaylada, kışın obada geçiyor, biri diğerini tamamlıyordu. Sürekli yer değiştirmiyorlardı. Yayla hayatı bir anarşi düzeni değildi. Her Türk topluluğunun nerelerde yazlayıp nerelerde kışlayacağı kesin törelerle belirlenmişti.

Türklerin yurdu Türkistan’dır. Türkler eğer göçebe olsaydı; bugün Türkistan coğrafyasında hâlâ Türk kültürü ve Türk kimliği kalmazdı. Ayrıca Türkler göçebe olsaydı, yayıldıkları dünyaya başka milletlerin arasında kaybolur giderlerdi.

Türkler yerleşik uygarlıktan gelir. İlk kentleri kuranlar da Türklerdir. Bunları hangi şehirler olduğunu ve nerelerde kurulduğunu açıklayan çok güzel araştırma ve eserler var.

Genel kabul gören ilmî çalışmalara göre Türkler, gerçekte “Göçebe” değil, konar- göçer yaşayan Kâşif ve Fetihçi bir toplumdur.

Çünkü yer değiştirme olgusu daha elverişli yaşam alanlarını bulup yerleşmeye ve bunu da  ”bir ordu bir askeri güç” öncülüğünde yapmaya dayanır.

Şimdi de Türklere sığınanlar konusuna kısaca bir göz atalım.

Son günlerde bir mülteci ya da sığınmacı konusu gündemi işgal ediyor.

Türkiye’ nin gelecekteki nüfus yapısı açısından çok önemli bir konudur ve devamlı gündemde tutularak gereken önlemler alınmalıdır, diye düşünüyorum.

1951 Mülteciler Hukuki Durumuna İlişkin Sözleşme’ ye göre, mülteciliğin tanımı şöyledir:

“Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasî düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu nedeniyle dönmek istemeyen kişiye Mülteci denir.”

 Mülteci, Arapça bir kelimedir, sıfattır ve “sığınan” anlamına gelir.

İltica, Arapça bir kelimedir, isimdir ve “koşup, kaçıp birine sığınma” dır.

Muhacir (yöre ağzıyla macir), Arapça bir kelimedir ve “yerleşmek için bir başka yere giden insan, göçmen” anlamı verir.

Kısacası: Mülteci, iltica eder- sığınır.

Muhacir, göç ederek yerleşir.

Mülteci, aradan bir süre geçtikten sonra, iltica ettiği yani sığındığı yere, uygun koşullar oluştuğunda, göçmen konumuna gelerek, yerleşebilir.

Örnek verecek olursak: Mübadele ile Yunanistan’dan gelenler Muhacir’dir, göç etmişlerdir. İspanya’dan kaçan Museviler, Mülteci’ dir, Osmanlı’ya iltica etmiş/sığınmıştır.

Mülteci ile sığınmacı arasında da çok küçük bir fark vardır.

Türkiye, 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesi’ ni coğrafî sınırlamayla kabul etmişti. Avrupa ülkeleri dışından gelenler ülkemizde “sığınmacı” kabul ediliyor. Sığınmacı, mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmî olarak tanınmamış kişilere deniyor.

Yüzyıllar boyunca iltica (sığınma)  hareketlerinin temelinde yatan başlıca etkenin, dinsel ya da etnik hoşgörüsüzlük ile ( içinde zaman zaman bağımsızlık eylemleri de içeren) mevcut otoriteye başkaldırı, olduğu düşünülebilir.

Koydukları kurallara herkesin uymasını isteyen dinsel ve siyasî otoriteler, bunu sağlayamadıklarında genellikle toplu sürgünlere veya sınır dışı etme yöntemlerine başvurmuşlardır.

Mülteci konusunda Türkiye’nin konumu oldukça ilginçtir. Türkiye’ye, tarih boyunca, çeşitli nedenlerle, toplu veya bireysel olarak iltica edenler oldu. Kendi ülke yönetimlerinden kaçanlar Türkiye’ye sığındı; kimileri de sürüldü. Türk insanı, tarihin hiçbir döneminde, kendisine sığınan insanı ve/veya grupları iade etmedi, geri göndermedi, aksine (belirli konu ve düzenlemelere özen göstererek) korumasına aldı.

İlgi çekici olsa gerekir: Osmanlı Beyliği de,  Moğol baskısı nedeniyle Anadolu’ya gelen Türkmenler’ den oluşmuştu.

Osmanlı Devleti’nin genişlemesi ve büyümesine yönelik politika olarak, ele geçirilen topraklarda Türk ve Müslüman nüfusu artırmak maksadıyla, Anadolu’ dan  bazı aşiret veya topluluklara (örneğin Karamanlılar’ a) buralara gönüllü ve/veya zorunlu göçler  yaptırıldı.

Osmanlı Devleti’nin zayıflayıp gerilediği, özellikle 1877- 78 Osmanlı- Rus, 1897 Osmanlı- Yunan ve 1’inci Dünya Savaşı’nda, (çeşitli şekillerde bulundukları topraklara ana vatandan gönderilmiş) Türk ve Müslüman topluluklar, giderek artan baskılar nedeniyle ve can korkusuyla ana vatana dönüş yaparak göçü tersine çevirdiler.

Lozan Antlaşması’ndan sonra uygulanan Müslüman Türk- Ortodoks Rum ve Karamanlı Mübadelesi, Anadolu’dan gönderilenlerin tekrar Anadolu’ya dönüşleri, Afganistan’ dan  ve çeşitli tarihlerde  Bulgaristan’dan Türkiye’ye yapılan göçler ise elbette çok ayrı bir inceleme konusudur.

Osmanlı döneminde, değişik tarihlerde, Arap Alevileri, ülkelerinde baskıya maruz kalınca, Türkiye’ye göç etmişler, Tarsus ve Adana bölgelerine yerleştirilmişlerdi. Ayrıca, Arap ailelerinin Anadolu’ya yerleşmelerinin bir diğer nedeni ise ticaretti. Osmanlı’nın son döneminde de bir Arap göçü yaşandı. I. Dünya Savaşı öncesinde Suriye bölgesinde batı destekli Arap milliyetçiliği hareketinin giderek radikal bir boyut kazanması üzerine, Suriye, Hicaz ve Mezopotamya bölgelerindeki 5 bin civarındaki aile, İç ve Batı Anadolu bölgelerine nakledildiler.

2011’de Suriye’deki merkezî yönetime karşı olan – DIŞ DESTEKLİ- hareketin hız kazanmasının ardından çok sayıda Suriyeli Türkiye, Ürdün ve Lübnan’a sığındı. Türkiye, ülkesinden ayrılan Suriyelilere en fazla kucak açan ülke oldu. Nisan 2011’de Cisr-el Şukur ve İdlib’deki olayların ardından Suriye’den Türkiye’ye sığınmacı göçü hız kazandı.

2011 yılında Avrupa Birliği “Demokrasi ve İnsan Hakları Avrupa Aracı Programı” tarafından finanse edilen, Türkiye’ de pek çok ilde yapılan “Askıdaki Yaşamlar ve Algıdaki Yaşamlar Projesi Araştırma Raporu” hazırlandı. Projenin amacı, insanların genelde sığınma ve göç ile ilgili ne düşündüğü ve ne kadar bildiğini ortaya çıkarmak; kendi çalışma ve yaşam alanlarının yanı başında kabul merkezlerinin kurulmasının kabul etmeleri ya da reddetmeleri üzerinde bir etkisi olup olmayacağını tespit etmekti. Bu sonuçlar, eksik bilgiden kaynaklanan önyargıların giderilmesi için yakın gelecekte geliştirilecek olan olası stratejilerin ön koşulu olarak değerlendirilecekti. Kısacası, projenin amacı, Türk halkının sığınmacı ve mültecilere karşı tavrının tespit edilmesi ve bu konuda onları bilgilendirerek ön yargıların kaldırılmasıydı.

2016 yılında, Suriyeliler’ in Türkiye’ de kalmasına yönelik politikalar başladı. İçişleri Bakanlığı Nüfus İdaresi Genel Müdürlüğü, “Türkiye’ deki Suriyelilere Yönelik Politikalar ve Stratejiler İçin Çerçeve Belgesi” hazırladı.

2017 yılında, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından “Uyum Strateji Belgesi ve Ulusal Eylem Plânı, 2018- 2023” hazırlanıp uygulamaya kondu.

Eylül 2020’ de, Avrupa Konseyi “Yeni Göç ve İltica Plânı” hazırladı. Bu plân ile Avrupa Birliği ülkeleri Birliğe yönelik göç akımlarına karşı daha sert ve engelleyici önlemler almaya karar verirken, Türkiye’ yi de göçmen deposu ülke olarak görme politikasını sürdürmekte kararlı olduklarını gösterdiler.

Bu konuda Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın tespit ve önerilerini tarihe not düşmek adına belirtmekte yarar var:

"Ülkemizde 2011 sonrasında 8 milyona yakın Suriyeli, Afganistanlı, Pakistanlı, Bangladeşli ve Siyah Afrikalı başta olmak üzere kaçak göçmen var. Ayrıca 3 milyona yakın Suriyeli de Suriye'nin kuzeyinde, Türkiye'nin kontrolündeki bölgede yaşamaktadır. Artık bu yük, Türk halkı için taşınamaz boyutlara ulaşmıştır. Ülkemizde tansiyon her geçen gün daha da yükselmektedir ve iç barış tehdit altındadır. Gerilimi hızla düşürmek ve ülkemizi bir olası kaos ortamından çıkarmak için bazı adımların hızla atılması gerekir. Suriye'de iç savaş büyük ölçüde bittiği ve artık Suriye'den Türkiye'ye herhangi bir kişinin hiçbir gerekçeyle sığınmacı olarak kabul edilmeyeceği açıklanmalıdır. Beşar Esad ile Suriyelilerin geri dönüşü için görüşmelere hemen başlanmalıdır."(Bkz: Ümit Özdağ, Stratejik Göç Mühendisliği, Ankara, 2020)

SON DEĞERLENDİRME:

Son Suriye olaylarından sonra Türkiye’ ye gelen Suriyeliler “mülteci” değildir, “şartlı mülteci” de değildir. Hatta “mülteci statüsünde sayılmak üzere başvuru yapma durumu” oluşmadığından “sığınmacı” da değildir. Ülkemizdeki Suriyeliler bayramlarda ülkelerine rahatça giriş çıkış yapabildikleri için “ikincil koruma” statüsünde de değiller.

Ülkemizdeki Suriyeliler, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 91. maddesine dayanılarak hazırlanan yönetmeliğe göre, “geçici koruma” statüsündeler…

Adeta terör örgütünün Suriye’ nin kuzeyinde yaptığı etnik temizlik ile Suriye’ nin kuzeyi Arapsızlaştırılırken, Türkiye’ nin güneydoğusu ise gelen Suriyeli Arap nüfusun baskısı ile Türksüzleştirilmektedir.

Türkiye’nin Suriye’ den gelenleri kabul ederek en iyi koşullarda yaşamalarını sağlaması insanî açıdan çok önemlidir. Ancak kalmalarını teşvik etmek, gelecekte Türkiye Cumhuriyeti’ nin nüfus yapısını hızla değiştirecektir.

Suriyeli göçünün oluşturduğu ekonomik, toplumsal, kültürel, politik ve jeopolitik baskı altında kalan ülkemiz sürekli istikrarsızlık ortamına sürüklenecektir. Bu durumun, yönetim kadrolarımız tarafından mutlaka göz önünde bulundurulduğu/bulundurulacağı ümidini taşıyorum.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.