Osmanlı Devleti, Ege Denizi ve adalar ile ilgili Türk tarihinin en ağır antlaşmalarından birini 30 Mayıs 1913 tarihinde imzaladı.
Gündemi işgal eden çok önemli konular ama ben bugün, öneminden dolayı bu konuyu yani adaların elden çıkışını ele alacağım. Türkiye’ de zaman zaman Lozan Antlaşması gündeme gelir ve tartışılır. Elbette tartışılmalıdır da… Sadece Lozan değil, mevcut iktidar ve muhalefetin icraatları da kişiselleştirilmeden, hakaret edilmeden, yargılanmadan sorgulanmalıdır; demokrasinin gereği budur.
Lozan Antlaşması’ nda tartışılan konulardan biri de, Ege adalarının durumudur.
Yedi ana gruba ayrılan Ege Adaları’ nın nasıl ele geçirildiği üzerinde durmayacağım. Kanunî 1566’ da öldüğünde, Girit hariç bütün Ege Adaları Osmanlı Devleti’ nin elindeydi. 1669’ da da Girit Adası ele geçirildi. Böylece Ege Denizi Osmanlı Devleti’ nin iç denizi halini aldı.
(Bu arada önemle hatırlayalım: Osmanlı, bu adaların büyük bir bölümünü Venediklilerden, küçük bir kısmını [sonraki dönemlerde Bizans adı verilen]Romalılardan, Rodos’ u Sen Jan Şövalyeleri’ nden almıştı; yani bizim Yunanlı dediğimiz Helenler’ den değil.)(Her Ortodoks Hristiyan, Yunan ya da Helen değildir; Rum ise Romalı demektir!)
Şimdi biraz Ege Adaları’ nın elden çıkışıyla ilgili tarih sayfalarını çevirelim.
Mora isyanının 1821’de başlamasıyla birlikte, isyan adalara da sirayet etmişti. Böylece adalar da birer birer Osmanlı’ nın elinden çıkmaya başladı. Osmanlı Devleti duruma müdahale etmesine rağmen, İngiltere, Fransa ve Rusya 16 Kasım 1828’ de Londra’ da geçici bir protokol imzalayarak Mora Yarımadası ile Kiklat adalarını geçici olarak korumalarına aldıklarını açıkladılar.
Osmanlı Devleti, 14 Eylül 1829’ da imzalanan Edirne Barış Antlaşması ile Yunanistan’ ın bağımsızlığını kabul etti. Ancak bu devletin sınırları daha kesin olarak belirlenmemişti. İngiltere, Fransa ve Rusya tekrar Londra’ da bir araya gelip 3 Şubat 1830 tarihinde bir protokol imzaladılar. Bu protokol ile Osmanlı’ nın elinde bulunan Eğriboz Adası da Yunanlılara verildi. Buna karşılık 39.enlem kuzeyi ile 26. Doğu boylamının doğusundaki bütün adalar Osmanlıda kalıyordu. Bu kararlar 8 Nisan 1830 tarihinde bir nota ile Osmanlı Devleti’ ne bildirildi.
24 Nisan 1830’ da Yunanistan Devleti kuruldu ve Eğriboz Adası, Kuzey Sporad ve Kiklad Adaları Yunanistan’ a verildi. Böylece Osmanlı, Ege’ de yaklaşık 300 yıldır sahibi irili ufaklı 300 adayı kaybetmiş oldu. Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin baskısı sonucu 1858 yılında Giritli Ortodokslara özel bir statü verilmesini kabul etti. Yunanistan’ ın topraklarını Osmanlı Devleti aleyhine genişletme çabaları bir türlü bitmiyordu.
Sultan II. Abdülhamit döneminde ( 1876- 1909), 1877- 1878 Osmanlı- Rus Savaşı’ ndan sonra Osmanlı Devleti, Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya ve Avusturya- Macaristan arasında imzalanan Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878)ile Girit Osmanlı Devleti’ ne bırakıldı ama Yunanistan Tesalya ve Epir bölgesinde yeni topraklar kazandı.
Yunanistan’ ın talepleri bir türlü bitmek bilmiyordu. Avrupalı büyük devletlerin baskısıyla Osmanlı Devleti, Girit’ in kontrolünü seçilmiş bir meclise bırakmayı kabul etti, Girit Valiliği’ ne de bir Hristiyan atadı. Yunan subayların önderliğinde Girit’ te arka arkaya isyanlar çıkıyordu, 1894 yılında çok sayıda Giritli Türk katledildi. Sultan II. Abdülhamit, 1896’ da Girit’ e tanıdığı otonominin sınırlarını genişletti.
Yunanistan’ ın 17 Nisan 1897’ de Osmanlı Devleti’ ne savaş açmasıyla kısa süreli bir Osmanlı- Yunan Savaşı yaşandı. Osmanlı savaşı kazandı; ne var ki Sultan II. Abdülhamit yine baskıyla Tesalya’nın büyük kısmını Yunanistan’ a bırakmak zorunda kaldı. Osmanlı askeri de Girit’ ten tamamen çekilecekti. 1908’ de İstanbul’ da Meşrutiyet ilân edilince, Girit’te yaşayan Rumlar da, Ada’ nın Yunanistan’ a bağlandığını ilân ettiler. Böylece Girit yüzünden savaşa giren Osmanlı Devleti, savaşı kazanmasına rağmen Girit’ i masa başında kaybetti.
Girit’ in kaybını başka adalar da izledi. Osmanlı Devleti’ nin ikinci büyük ada kaybı, Balkan Savaşı ( 1912- 1913) sonunda oldu.
22 Nisan 1912’ de İtalya donanması, (bu sırada Osmanlı donanması, Haliç’ te demirliydi) On İki Ada sularına gelerek, önce Stampalya Adası’ nı ele geçirmek suretiyle adaların istilasına girişti.
5 Mayıs 1912’ de General Ameglio, Rodos Adası’ nı ele geçirdi. Menteşe Adaları denilen bu adalardan 16’sı İtalyanların denetimine geçmiş oldu.
21 Ekim 1912’ de bir Yunan deniz filosu, Limni Adası’ na asker çıkararak burayı savaşsız işgal etti.
30 Ekim 1912’de Yunan Bahriye Nezareti, Taşoz, İmroz, Semadirek ve Bozbaba Adalarının ele geçirilmesini Yunan Donanma Komutanı Amiral Konduriotis’ e emretti. Amiral Konduriotis, bu emre uyarak İmroz Adası’ na çıktığında Ada’ nın 23 Ekim 1912 tarihine kadar boşaltılmış olduğunu gördü. Bu nedenle işgal olaysız olarak gerçekleşti.
Yine aynı tarihte Bozbaba (Ayastraki) da ele geçirildi.
1Kasım 1912’ de Yunan Donanma Komutanı, İmroz’ dan dönen birliklerle Semadirek Adası’ na geldi ve hükümet memurlarının çekilmiş olduğu Ada’ yı kolayca ele geçirdi.
3 Kasım 1912’de, İpsara Adası önüne gelen bir Yunan muhribi, Ada’ da karşı koyacak hiçbir kuvvet bulunmamasına karşın ateş açarak 4 Kasım 1912 günü Ada’ yı işgal etti.
7 Kasım 1912’ de Bozcaada önüne gelen bir Yunan filosu da, yine hükümet memurlarının çekilmiş olduğu Ada’ yı kolayca ele geçirdi.
17 Kasım 1912’de Nikarya Adası, hiçbir olay çıkmadan Yunanlılar tarafından işgal edildi.
Yunanlılar, 3 Aralık 1912’ de Sakız Adası’ nı, 20 Aralık 1912’ de Midilli Adası’ nı ele geçirdiler.
En son 16 Mart 1913’ te Sisam Adası, Yunanlıların işgaline terk edildi.
Osmanlı Devleti, 30 Mayıs 1913’ te Türk tarihinin en ağır antlaşmalarından birini imzaladı. Balkan devletleriyle imzaladığı Londra Antlaşması’ yla Girit Adası hariç, Ege adalarının geleceğini tayin hakkını büyük devletlere bıraktı ve 14 Kasım 1913’ te Yunanlılarla imzaladığı Atina Barış Antlaşması’ nın 15’inci maddesiyle de bu hususu teyit etti.
Londra Antlaşması’ na göre “Ege Adaları’ nın geleceğinin saptanması büyük devletlere bırakılacaktı.” Böylece Osmanlı Devleti, Ege Adaları’ nı fiilen kaybetti.
(Kimi tarihçiler Kurtuluş Savaşı sonunda 1923 yılında yapılan Lozan Antlaşması ile Trablusgarp Savaşı’ nı sonlandıran 1912’ deki Uşi Antlaşması’ nı (Uşi, Lozan yakınlarında olduğu için) birbirine karıştırırlar.)
Osmanlı Devleti’ nin Birinci Dünya Savaşı’ ndan sonra imzaladığı Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920 ) ile İmroz ve Bozcaada da dâhil olmak üzere tüm Ege Adaları Yunanistan’ a; On İki Ada, Meis dâhil, İtalya’ ya verildi. Yani, Sevr Antlaşması’ ndan sonra Osmanlı Devleti’ nin Ege Denizi’ nde hiçbir adası kalmadı.
Doğu Akdeniz’ de bulunan Kıbrıs Adası ise, daha 1877-78 Osmanlı- Rus Savaşı’ ndan sonra Sultan II. Abdülhamit döneminde İngiltere’ ye kiralanmıştı.
Kısacası Osmanlı Meclis-i Mebusanı’ nın 28 Ocak 1920’ de kabul ettiği Misâk-ı Millî hudutları içinde Ege Adaları yer almaz. Çünkü Misâk- ı Millî, Birinci Dünya Savaşı’ nın ateşkesle bittiği sırada Osmanlı ordusunun bulunduğu yerleri “vatan” olarak tanımlıyordu. Lozan’ da yapılan mevcut durumun tespitidir.
Adalarda Ortodoks Hristiyan halk çoğunluktaydı. Girit, Rodos ve Midilli Adaları dışında diğer adalarda bu nedenle Müslümanların ibadeti için yapılmış ibadethane bulunmamaktaydı ya da çok az yerde mevcuttu. Olayların rasyonel bir şekilde değerlendirilmesi için bu gerçeğin farkında olmak gereklidir!
Türk Kurtuluş Savaşı’ ndan sonra Lozan Barış görüşmeleri başladığı sırada, Ege adalarının tamamı elden çıkmış durumdaydı. Adalarda Osmanlı askeri yoktu. Tabi Osmanlı/ Türk hâkimiyeti de...
Lozan Barış Antlaşması görüşmeleri başladığı zaman, Rodos Adası ile beraber On İki Ada (Dodekan) meselesi, kritik durumunu korumaktaydı. Çok uzun süren ve şiddetli tartışmalara neden olan oturumlardan sonra, Osmanlı Devleti zamanında tamamen elden çıkan adaların mevcut durumu kabul edilmek zorunda kalındı.
Sonuç şöyle özetlenebilir: Lozan’ da, daha önce elden çıkmış olan Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları ile Asya kıyısına 3 milden yakın olan ada ve kayalıklar elde edilmiştir. (Başka bir ifadeyle Müttefiklerin tüm Ege Adaları’ nı Yunanistan’ a bırakmak için büyük baskı yapmalarına rağmen, Türkiye elinde olmayan üç adayı ele geçirmeyi başarmıştır.)
Türkiye, ayrıca Yunanistan’a bırakılan adaların askerden ve silâhtan arındırılmasını başardı. ( Lozan Antlaşması, Madde 12, 13 ve Ek XV)
1920 yılında imzalanan Sevr Antlaşması ile Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak iddia edilmeyeceği kabul edilmişti.
Lozan’ da bu fiili durumu kabul etmekten başka seçenek yoktu.
Meis Adası konusunu bir başka yazıda ele alacağım.
Günümüzde denizlerin sadece yüzeyi değil, tabanı da ekonomik bakımdan büyük değer kazanmış olduğundan Ege Denizi sorununun boyutları da çok genişlemiştir.
Geçmişte ve günümüzde yaşananlar, gelecekte yaşanabilecekler düşünüldüğünde Lozan Barış Antlaşması’ nın Türkiye’ ye sağladığı haklara sahip çıkmak gerektiği gerçeği ortadadır.
Lozan Antlaşması konusunda ciddi ve doğru kaynakları okumak, strateji ve diplomasi konularında insanın ufkunu açar.
Asla unutulamaması gerekir ki, ulus olma bilinci, millî birlik ve beraberliğimizle davaya inancımız, gelecekte en önemli silâhımız olacaktır.
Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Akyol
Ege Adaları Nasıl Elden Çıktı?
GÜNAYDIN Değerli Okurlar,
Osmanlı Devleti, Ege Denizi ve adalar ile ilgili Türk tarihinin en ağır antlaşmalarından birini 30 Mayıs 1913 tarihinde imzaladı.
Gündemi işgal eden çok önemli konular ama ben bugün, öneminden dolayı bu konuyu yani adaların elden çıkışını ele alacağım. Türkiye’ de zaman zaman Lozan Antlaşması gündeme gelir ve tartışılır. Elbette tartışılmalıdır da… Sadece Lozan değil, mevcut iktidar ve muhalefetin icraatları da kişiselleştirilmeden, hakaret edilmeden, yargılanmadan sorgulanmalıdır; demokrasinin gereği budur.
Lozan Antlaşması’ nda tartışılan konulardan biri de, Ege adalarının durumudur.
Yedi ana gruba ayrılan Ege Adaları’ nın nasıl ele geçirildiği üzerinde durmayacağım. Kanunî 1566’ da öldüğünde, Girit hariç bütün Ege Adaları Osmanlı Devleti’ nin elindeydi. 1669’ da da Girit Adası ele geçirildi. Böylece Ege Denizi Osmanlı Devleti’ nin iç denizi halini aldı.
(Bu arada önemle hatırlayalım: Osmanlı, bu adaların büyük bir bölümünü Venediklilerden, küçük bir kısmını [sonraki dönemlerde Bizans adı verilen]Romalılardan, Rodos’ u Sen Jan Şövalyeleri’ nden almıştı; yani bizim Yunanlı dediğimiz Helenler’ den değil.)(Her Ortodoks Hristiyan, Yunan ya da Helen değildir; Rum ise Romalı demektir!)
Şimdi biraz Ege Adaları’ nın elden çıkışıyla ilgili tarih sayfalarını çevirelim.
Mora isyanının 1821’de başlamasıyla birlikte, isyan adalara da sirayet etmişti. Böylece adalar da birer birer Osmanlı’ nın elinden çıkmaya başladı. Osmanlı Devleti duruma müdahale etmesine rağmen, İngiltere, Fransa ve Rusya 16 Kasım 1828’ de Londra’ da geçici bir protokol imzalayarak Mora Yarımadası ile Kiklat adalarını geçici olarak korumalarına aldıklarını açıkladılar.
Osmanlı Devleti, 14 Eylül 1829’ da imzalanan Edirne Barış Antlaşması ile Yunanistan’ ın bağımsızlığını kabul etti. Ancak bu devletin sınırları daha kesin olarak belirlenmemişti. İngiltere, Fransa ve Rusya tekrar Londra’ da bir araya gelip 3 Şubat 1830 tarihinde bir protokol imzaladılar. Bu protokol ile Osmanlı’ nın elinde bulunan Eğriboz Adası da Yunanlılara verildi. Buna karşılık 39.enlem kuzeyi ile 26. Doğu boylamının doğusundaki bütün adalar Osmanlıda kalıyordu. Bu kararlar 8 Nisan 1830 tarihinde bir nota ile Osmanlı Devleti’ ne bildirildi.
24 Nisan 1830’ da Yunanistan Devleti kuruldu ve Eğriboz Adası, Kuzey Sporad ve Kiklad Adaları Yunanistan’ a verildi. Böylece Osmanlı, Ege’ de yaklaşık 300 yıldır sahibi irili ufaklı 300 adayı kaybetmiş oldu. Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin baskısı sonucu 1858 yılında Giritli Ortodokslara özel bir statü verilmesini kabul etti. Yunanistan’ ın topraklarını Osmanlı Devleti aleyhine genişletme çabaları bir türlü bitmiyordu.
Sultan II. Abdülhamit döneminde ( 1876- 1909), 1877- 1878 Osmanlı- Rus Savaşı’ ndan sonra Osmanlı Devleti, Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya ve Avusturya- Macaristan arasında imzalanan Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878)ile Girit Osmanlı Devleti’ ne bırakıldı ama Yunanistan Tesalya ve Epir bölgesinde yeni topraklar kazandı.
Yunanistan’ ın talepleri bir türlü bitmek bilmiyordu. Avrupalı büyük devletlerin baskısıyla Osmanlı Devleti, Girit’ in kontrolünü seçilmiş bir meclise bırakmayı kabul etti, Girit Valiliği’ ne de bir Hristiyan atadı. Yunan subayların önderliğinde Girit’ te arka arkaya isyanlar çıkıyordu, 1894 yılında çok sayıda Giritli Türk katledildi. Sultan II. Abdülhamit, 1896’ da Girit’ e tanıdığı otonominin sınırlarını genişletti.
Yunanistan’ ın 17 Nisan 1897’ de Osmanlı Devleti’ ne savaş açmasıyla kısa süreli bir Osmanlı- Yunan Savaşı yaşandı. Osmanlı savaşı kazandı; ne var ki Sultan II. Abdülhamit yine baskıyla Tesalya’nın büyük kısmını Yunanistan’ a bırakmak zorunda kaldı. Osmanlı askeri de Girit’ ten tamamen çekilecekti. 1908’ de İstanbul’ da Meşrutiyet ilân edilince, Girit’te yaşayan Rumlar da, Ada’ nın Yunanistan’ a bağlandığını ilân ettiler. Böylece Girit yüzünden savaşa giren Osmanlı Devleti, savaşı kazanmasına rağmen Girit’ i masa başında kaybetti.
Girit’ in kaybını başka adalar da izledi. Osmanlı Devleti’ nin ikinci büyük ada kaybı, Balkan Savaşı ( 1912- 1913) sonunda oldu.
22 Nisan 1912’ de İtalya donanması, (bu sırada Osmanlı donanması, Haliç’ te demirliydi) On İki Ada sularına gelerek, önce Stampalya Adası’ nı ele geçirmek suretiyle adaların istilasına girişti.
5 Mayıs 1912’ de General Ameglio, Rodos Adası’ nı ele geçirdi. Menteşe Adaları denilen bu adalardan 16’sı İtalyanların denetimine geçmiş oldu.
21 Ekim 1912’ de bir Yunan deniz filosu, Limni Adası’ na asker çıkararak burayı savaşsız işgal etti.
30 Ekim 1912’de Yunan Bahriye Nezareti, Taşoz, İmroz, Semadirek ve Bozbaba Adalarının ele geçirilmesini Yunan Donanma Komutanı Amiral Konduriotis’ e emretti. Amiral Konduriotis, bu emre uyarak İmroz Adası’ na çıktığında Ada’ nın 23 Ekim 1912 tarihine kadar boşaltılmış olduğunu gördü. Bu nedenle işgal olaysız olarak gerçekleşti.
Yine aynı tarihte Bozbaba (Ayastraki) da ele geçirildi.
1Kasım 1912’ de Yunan Donanma Komutanı, İmroz’ dan dönen birliklerle Semadirek Adası’ na geldi ve hükümet memurlarının çekilmiş olduğu Ada’ yı kolayca ele geçirdi.
3 Kasım 1912’de, İpsara Adası önüne gelen bir Yunan muhribi, Ada’ da karşı koyacak hiçbir kuvvet bulunmamasına karşın ateş açarak 4 Kasım 1912 günü Ada’ yı işgal etti.
7 Kasım 1912’ de Bozcaada önüne gelen bir Yunan filosu da, yine hükümet memurlarının çekilmiş olduğu Ada’ yı kolayca ele geçirdi.
17 Kasım 1912’de Nikarya Adası, hiçbir olay çıkmadan Yunanlılar tarafından işgal edildi.
Yunanlılar, 3 Aralık 1912’ de Sakız Adası’ nı, 20 Aralık 1912’ de Midilli Adası’ nı ele geçirdiler.
En son 16 Mart 1913’ te Sisam Adası, Yunanlıların işgaline terk edildi.
Osmanlı Devleti, 30 Mayıs 1913’ te Türk tarihinin en ağır antlaşmalarından birini imzaladı. Balkan devletleriyle imzaladığı Londra Antlaşması’ yla Girit Adası hariç, Ege adalarının geleceğini tayin hakkını büyük devletlere bıraktı ve 14 Kasım 1913’ te Yunanlılarla imzaladığı Atina Barış Antlaşması’ nın 15’inci maddesiyle de bu hususu teyit etti.
Londra Antlaşması’ na göre “Ege Adaları’ nın geleceğinin saptanması büyük devletlere bırakılacaktı.” Böylece Osmanlı Devleti, Ege Adaları’ nı fiilen kaybetti.
(Kimi tarihçiler Kurtuluş Savaşı sonunda 1923 yılında yapılan Lozan Antlaşması ile Trablusgarp Savaşı’ nı sonlandıran 1912’ deki Uşi Antlaşması’ nı (Uşi, Lozan yakınlarında olduğu için) birbirine karıştırırlar.)
Osmanlı Devleti’ nin Birinci Dünya Savaşı’ ndan sonra imzaladığı Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920 ) ile İmroz ve Bozcaada da dâhil olmak üzere tüm Ege Adaları Yunanistan’ a; On İki Ada, Meis dâhil, İtalya’ ya verildi. Yani, Sevr Antlaşması’ ndan sonra Osmanlı Devleti’ nin Ege Denizi’ nde hiçbir adası kalmadı.
Doğu Akdeniz’ de bulunan Kıbrıs Adası ise, daha 1877-78 Osmanlı- Rus Savaşı’ ndan sonra Sultan II. Abdülhamit döneminde İngiltere’ ye kiralanmıştı.
Kısacası Osmanlı Meclis-i Mebusanı’ nın 28 Ocak 1920’ de kabul ettiği Misâk-ı Millî hudutları içinde Ege Adaları yer almaz. Çünkü Misâk- ı Millî, Birinci Dünya Savaşı’ nın ateşkesle bittiği sırada Osmanlı ordusunun bulunduğu yerleri “vatan” olarak tanımlıyordu. Lozan’ da yapılan mevcut durumun tespitidir.
Adalarda Ortodoks Hristiyan halk çoğunluktaydı. Girit, Rodos ve Midilli Adaları dışında diğer adalarda bu nedenle Müslümanların ibadeti için yapılmış ibadethane bulunmamaktaydı ya da çok az yerde mevcuttu. Olayların rasyonel bir şekilde değerlendirilmesi için bu gerçeğin farkında olmak gereklidir!
Türk Kurtuluş Savaşı’ ndan sonra Lozan Barış görüşmeleri başladığı sırada, Ege adalarının tamamı elden çıkmış durumdaydı. Adalarda Osmanlı askeri yoktu. Tabi Osmanlı/ Türk hâkimiyeti de...
Lozan Barış Antlaşması görüşmeleri başladığı zaman, Rodos Adası ile beraber On İki Ada (Dodekan) meselesi, kritik durumunu korumaktaydı. Çok uzun süren ve şiddetli tartışmalara neden olan oturumlardan sonra, Osmanlı Devleti zamanında tamamen elden çıkan adaların mevcut durumu kabul edilmek zorunda kalındı.
Sonuç şöyle özetlenebilir: Lozan’ da, daha önce elden çıkmış olan Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları ile Asya kıyısına 3 milden yakın olan ada ve kayalıklar elde edilmiştir. (Başka bir ifadeyle Müttefiklerin tüm Ege Adaları’ nı Yunanistan’ a bırakmak için büyük baskı yapmalarına rağmen, Türkiye elinde olmayan üç adayı ele geçirmeyi başarmıştır.)
Türkiye, ayrıca Yunanistan’a bırakılan adaların askerden ve silâhtan arındırılmasını başardı. ( Lozan Antlaşması, Madde 12, 13 ve Ek XV)
1920 yılında imzalanan Sevr Antlaşması ile Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak iddia edilmeyeceği kabul edilmişti.
Lozan’ da bu fiili durumu kabul etmekten başka seçenek yoktu.
Meis Adası konusunu bir başka yazıda ele alacağım.
Günümüzde denizlerin sadece yüzeyi değil, tabanı da ekonomik bakımdan büyük değer kazanmış olduğundan Ege Denizi sorununun boyutları da çok genişlemiştir.
Geçmişte ve günümüzde yaşananlar, gelecekte yaşanabilecekler düşünüldüğünde Lozan Barış Antlaşması’ nın Türkiye’ ye sağladığı haklara sahip çıkmak gerektiği gerçeği ortadadır.
Lozan Antlaşması konusunda ciddi ve doğru kaynakları okumak, strateji ve diplomasi konularında insanın ufkunu açar.
Asla unutulamaması gerekir ki, ulus olma bilinci, millî birlik ve beraberliğimizle davaya inancımız, gelecekte en önemli silâhımız olacaktır.
Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!