Türk Kurtuluş Savaşı’ nın önderi, Türkiye Cumhuriyeti’ nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün Türk kadınına verdiği haklar ile ilgili bir çalışma sırasında, Sayın Erdem Gümüş’ ün merhum Ses Sanatçısı Safiye Ayla ile ilgili çok güzel bir hatırasıyla karşılaştım. Noktasına, virgülüne dokunmadan aynen aktarıyorum:
***
Yıl 1977… İstanbul’da vatani görevimi yapıyordum. Şimdiki Atatürk havalimanının adı o zaman Yeşilköy Havalimanıydı. Benim görevim ise Yurtdışı hatları giden-gelen yolcu VİP salonunda Jandarma Koruma ve Kontrol Komutanlığı… (Şimdi bu kurum kaldırılmıştır.)
VİP salonu denen yerden sadece devlet adamları, siyasetçiler, siyasetçilere yakın iş adamları ve sanatçılar geçiş yaparlar. (Halkın geçiş yaptığı yer ayrıdır.)
Bir gün oldukça esmer, ince dalan, cılız, fizik itibariyle kara kuru (çirkin demek bana göre bir kavram değil) bir kadın Lufthansa havayolları uçağından inmiş ve VİP salonundan Türkiye’ye giriş yapıyor. Yurt dışından gelen bu kadının valizlerinin sayı itibariyle çok ve ağır olması bizim askerin dikkatini çekmiş. Asker valizleri açmak istiyor, kadın ise sessiz ve tepkisiz duruyordu. Valizleri taşıyan korumaları olan erkekler ise askere valizleri açtırmak istemiyordu. Asker ile korumalar arasında sanki bir arbede yaşanacak gibiydi… Müdahale ettim.
Askeri yanıma çağırdım ve askerimle aramızda şu konuşmalar geçti;
-Asker?
-Emret komutanım!
-Kimin bu valizler?
-Aha şu Romen’in komutanım.
Kadının yanına vardım… ve;
-Merhaba.
Öyle bir ipeksi sesle cevap verdi ki; yok böyle bir ses tonu. Şahane bir kadın sesi…
-Merhaba, iyi nöbetler komutanım.
-Pasaportunuz lütfen?
Çıkarttı verdi.
Açtım ki ne göreyim, Atatürk’ün sanatçısı Safiye AYLA… (Safiye AYLA 1907 İstanbul doğumlu, 1998 de Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Mekânı cennet olsun bu Atatürk kadınının.)
Askeri yanıma çağırdım ve sordum,
-Bu hanımefendinin pasaportuna baktın mı asker? Kim biliyor musun?
-Baktım komutanım, ama tanımıyorum.
-Asker?
-Emret komutanım.
- Şimdi bu VİP salonundan Atatürk’ün manevi kızı Ülkü geçseydi, valizini açıp bakar mıydın?
-Asla bakmazdım komutanım.
- Bu hanımefendi Atatürk’ün sanatçısı ,”Atatürk Kadını” Sayın Safiye AYLA, deyince askerin boynu büküldü.
Safiye Ayla’nın da gözleri buğulandı.
Asker valizleri açmadı ve kendi eli ile taşıdı.
Safiye AYLA bana bir adres verdi ve,
-Her ikimizin de müsait olduğu bir zamanda bir kahve içimi misafirim olur musunuz komutanım?
Hafif başımı eğip, gözkapaklarımı kırparak gülümser bir ifadeyle kabul ettim.
Bir gün nasip oldu ve gittim adrese…
Aslında adres çok açıktı, herkesin bilebileceği İSTANBUL RADYOEVİ.
Sordum görevliye…
Bu ne tesadüf, “şimdi gelir, az bekleteceğim sizi”, dedi ve beni bir salona aldı.
Kısa bir süre sonra bizim halkın “çirkin” dediği Safiye Sultan kapıdan içeri girdi.
Beni görür görmez tanıdı, gözlerinin içi parlıyordu, içinin güzelliği dışına vurmuş, o kara kuru kadının sanki…
Selâmlaştık.
Safiye hanım görevliye programını bir saat ertelediğini söyledi ve Radyoevinin karşısında bir eve gittik. Kendi eviymiş meğerse…
-Kahveniz nasıl olsun komutanım?
-Orta şekerli…
-Ben hep acı içerim de, dedi.
Kendi elleriyle kahve yaptı. Tepsinin içinde iki farklı fincan ve iki su bardağı vardı. Birisi normal beyaz bir fincan, diğeri ise işlenmiş nakışlı… Gözüm etrafı sarı nakışlı fincana takılmıştı, o ara Safiye AYLA hanım, sadece şunu söyledi
-Farklı değil mi?
-Evet.
-Sarı nakışlı olan şu Atatürk’ün hediyesi, bu fincandan kahve içti, fincanın bir eşi de kendi eşyaları arasında… Çok nazik bir adamdı, “Bana çirkin olduğumu, hiç belli etmedi. Ben çirkin bir kadınım ama Atatürk’e perde arkasından şarkı söylediğim doğru değil” dedi.
-Çok duygulandım Safiye Hanım.
-Atatürk kadınlara çok çok önem verirdi komutanım.
-Nakışlı fincanı işaret edip; Buyurun efendim, şu fincan sizin; diyerek kahvemi içmemi söylediğinde nutkum durdu…
-Estağfurullah efendim, diyerek beyaz fincanın kulpunu tuttum. (Utandım)
-Ben acı içerim o sizin orta şekerli, dedi.
Sarı nakışlı fincana uzanırken içimdeki titreme elime yansıdı.
Duygulandığım zaman avuç içlerim terler benim, su gibi olur.
-Aaaa.. affedersiniz, bir dakika sizin karanfiller solmadan vazoyu koyayım dedi ve teşekkür etti.
-Bana Atatürk’ten bahseder misiniz dedim.
Gülümsedi.
Ve evinin bir odasını gösterdi. Gördüğüm manzara aynen şu; ATATÜRK KÜTÜPHANESİ…
-“Hangi birini anlatayım komutanım, ama NUTUK okuyun yeter.” Dedi
Sonra da siyah-beyaz albümlere baktık kısa bir süre…
Atatürk ve kadınlar…
Kadınların hepsi o kadar şık ve medeni bir kıyafet içindeydi ki; şu devirde bile öyle ne şık, zarif kıyafet var, ne de kadın…
Soru geldi Safiye AYLA hanımdan…
-Bu kadınlar arasında hangisi benim?
-Parmağımla tek tek işaret ettim ve her gösterdiğime;
-Evettt., dercesine başını salladı.
-Nasıl tahmin ettiniz, en çirkini mi seçtiniz?
-Her resimde sizi sağına almış, dedim.
-O da benim solumda yaşıyor, dedi.
Sarıldı, öptü ve vedalaştık.
O günden sonra beynimde yer eden bir şey şudur; güzellik göreceli, “Çirkin kadın yoktur”
“GÜZEL İNSAN” olmak vardır.
Nasıl ve nereye baktığınıza, neyi görüp, neyi göremediğinize bağlıdır güzellik…
Kadının; Modern kıyafet, zarafet, nezaket, kültür ve medeniyet ile yine kadının kendi özüne gösterdiği saygınlığı ile “iç güzelliğinin” dışa vurması güzelliğin bir başka ifadesi değil mi?
Hani bir lâf vardı ya; “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” diye…
Ne demiştim ilk başta;
Yıl:…….. … 1977…
Şu an:… … 2020…
İşte tam; 43 yıl geçti…
Merhume “GÜZEL İNSAN ” Safiye AYLA hanımefendiyi, rahmet ve saygıyla anıyor, mekânı cennet olsun, ışıklar içinde yatsın diyorum.
Kul Figani (Erdem GÜMÜŞ)
***
Ben yazıyı okurken çok duygulandığımı söylemek isterim.
Atatürk, bu ülkeyi bırakın, bütün dünyanın kabul ettiği gelmiş geçmiş en büyük liderdir.
Bir insanı büyük yapan sadece yaptığı mücadele ya da devrimler değildir.
İnsanlığıdır.
Doğaya ve tüm canlılara saygısıdır.
Çocuklara olan sevgisi, sanata ve sanatçıya verdiği değerdir.
Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Akyol
Bir Safiye Ayla Anısı
Türk Kurtuluş Savaşı’ nın önderi, Türkiye Cumhuriyeti’ nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün Türk kadınına verdiği haklar ile ilgili bir çalışma sırasında, Sayın Erdem Gümüş’ ün merhum Ses Sanatçısı Safiye Ayla ile ilgili çok güzel bir hatırasıyla karşılaştım. Noktasına, virgülüne dokunmadan aynen aktarıyorum:
***
Yıl 1977… İstanbul’da vatani görevimi yapıyordum. Şimdiki Atatürk havalimanının adı o zaman Yeşilköy Havalimanıydı. Benim görevim ise Yurtdışı hatları giden-gelen yolcu VİP salonunda Jandarma Koruma ve Kontrol Komutanlığı… (Şimdi bu kurum kaldırılmıştır.)
VİP salonu denen yerden sadece devlet adamları, siyasetçiler, siyasetçilere yakın iş adamları ve sanatçılar geçiş yaparlar. (Halkın geçiş yaptığı yer ayrıdır.)
Bir gün oldukça esmer, ince dalan, cılız, fizik itibariyle kara kuru (çirkin demek bana göre bir kavram değil) bir kadın Lufthansa havayolları uçağından inmiş ve VİP salonundan Türkiye’ye giriş yapıyor. Yurt dışından gelen bu kadının valizlerinin sayı itibariyle çok ve ağır olması bizim askerin dikkatini çekmiş. Asker valizleri açmak istiyor, kadın ise sessiz ve tepkisiz duruyordu. Valizleri taşıyan korumaları olan erkekler ise askere valizleri açtırmak istemiyordu. Asker ile korumalar arasında sanki bir arbede yaşanacak gibiydi… Müdahale ettim.
Askeri yanıma çağırdım ve askerimle aramızda şu konuşmalar geçti;
-Asker?
-Emret komutanım!
-Kimin bu valizler?
-Aha şu Romen’in komutanım.
Kadının yanına vardım… ve;
-Merhaba.
Öyle bir ipeksi sesle cevap verdi ki; yok böyle bir ses tonu. Şahane bir kadın sesi…
-Merhaba, iyi nöbetler komutanım.
-Pasaportunuz lütfen?
Çıkarttı verdi.
Açtım ki ne göreyim, Atatürk’ün sanatçısı Safiye AYLA… (Safiye AYLA 1907 İstanbul doğumlu, 1998 de Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Mekânı cennet olsun bu Atatürk kadınının.)
Askeri yanıma çağırdım ve sordum,
-Bu hanımefendinin pasaportuna baktın mı asker? Kim biliyor musun?
-Baktım komutanım, ama tanımıyorum.
-Asker?
-Emret komutanım.
- Şimdi bu VİP salonundan Atatürk’ün manevi kızı Ülkü geçseydi, valizini açıp bakar mıydın?
-Asla bakmazdım komutanım.
- Bu hanımefendi Atatürk’ün sanatçısı ,”Atatürk Kadını” Sayın Safiye AYLA, deyince askerin boynu büküldü.
Safiye Ayla’nın da gözleri buğulandı.
Asker valizleri açmadı ve kendi eli ile taşıdı.
Safiye AYLA bana bir adres verdi ve,
-Her ikimizin de müsait olduğu bir zamanda bir kahve içimi misafirim olur musunuz komutanım?
Hafif başımı eğip, gözkapaklarımı kırparak gülümser bir ifadeyle kabul ettim.
Bir gün nasip oldu ve gittim adrese…
Aslında adres çok açıktı, herkesin bilebileceği İSTANBUL RADYOEVİ.
Sordum görevliye…
Bu ne tesadüf, “şimdi gelir, az bekleteceğim sizi”, dedi ve beni bir salona aldı.
Kısa bir süre sonra bizim halkın “çirkin” dediği Safiye Sultan kapıdan içeri girdi.
Beni görür görmez tanıdı, gözlerinin içi parlıyordu, içinin güzelliği dışına vurmuş, o kara kuru kadının sanki…
Selâmlaştık.
Safiye hanım görevliye programını bir saat ertelediğini söyledi ve Radyoevinin karşısında bir eve gittik. Kendi eviymiş meğerse…
-Kahveniz nasıl olsun komutanım?
-Orta şekerli…
-Ben hep acı içerim de, dedi.
Kendi elleriyle kahve yaptı. Tepsinin içinde iki farklı fincan ve iki su bardağı vardı. Birisi normal beyaz bir fincan, diğeri ise işlenmiş nakışlı… Gözüm etrafı sarı nakışlı fincana takılmıştı, o ara Safiye AYLA hanım, sadece şunu söyledi
-Farklı değil mi?
-Evet.
-Sarı nakışlı olan şu Atatürk’ün hediyesi, bu fincandan kahve içti, fincanın bir eşi de kendi eşyaları arasında… Çok nazik bir adamdı, “Bana çirkin olduğumu, hiç belli etmedi. Ben çirkin bir kadınım ama Atatürk’e perde arkasından şarkı söylediğim doğru değil” dedi.
-Çok duygulandım Safiye Hanım.
-Atatürk kadınlara çok çok önem verirdi komutanım.
-Nakışlı fincanı işaret edip; Buyurun efendim, şu fincan sizin; diyerek kahvemi içmemi söylediğinde nutkum durdu…
-Estağfurullah efendim, diyerek beyaz fincanın kulpunu tuttum. (Utandım)
-Ben acı içerim o sizin orta şekerli, dedi.
Sarı nakışlı fincana uzanırken içimdeki titreme elime yansıdı.
Duygulandığım zaman avuç içlerim terler benim, su gibi olur.
-Aaaa.. affedersiniz, bir dakika sizin karanfiller solmadan vazoyu koyayım dedi ve teşekkür etti.
-Bana Atatürk’ten bahseder misiniz dedim.
Gülümsedi.
Ve evinin bir odasını gösterdi. Gördüğüm manzara aynen şu; ATATÜRK KÜTÜPHANESİ…
-“Hangi birini anlatayım komutanım, ama NUTUK okuyun yeter.” Dedi
Sonra da siyah-beyaz albümlere baktık kısa bir süre…
Atatürk ve kadınlar…
Kadınların hepsi o kadar şık ve medeni bir kıyafet içindeydi ki; şu devirde bile öyle ne şık, zarif kıyafet var, ne de kadın…
Soru geldi Safiye AYLA hanımdan…
-Bu kadınlar arasında hangisi benim?
-Parmağımla tek tek işaret ettim ve her gösterdiğime;
-Evettt., dercesine başını salladı.
-Nasıl tahmin ettiniz, en çirkini mi seçtiniz?
-Her resimde sizi sağına almış, dedim.
-O da benim solumda yaşıyor, dedi.
Sarıldı, öptü ve vedalaştık.
O günden sonra beynimde yer eden bir şey şudur; güzellik göreceli, “Çirkin kadın yoktur”
“GÜZEL İNSAN” olmak vardır.
Nasıl ve nereye baktığınıza, neyi görüp, neyi göremediğinize bağlıdır güzellik…
Kadının; Modern kıyafet, zarafet, nezaket, kültür ve medeniyet ile yine kadının kendi özüne gösterdiği saygınlığı ile “iç güzelliğinin” dışa vurması güzelliğin bir başka ifadesi değil mi?
Hani bir lâf vardı ya; “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” diye…
Ne demiştim ilk başta;
Yıl:…….. … 1977…
Şu an:… … 2020…
İşte tam; 43 yıl geçti…
Merhume “GÜZEL İNSAN ” Safiye AYLA hanımefendiyi, rahmet ve saygıyla anıyor, mekânı cennet olsun, ışıklar içinde yatsın diyorum.
Kul Figani (Erdem GÜMÜŞ)
***
Ben yazıyı okurken çok duygulandığımı söylemek isterim.
Atatürk, bu ülkeyi bırakın, bütün dünyanın kabul ettiği gelmiş geçmiş en büyük liderdir.
Bir insanı büyük yapan sadece yaptığı mücadele ya da devrimler değildir.
İnsanlığıdır.
Doğaya ve tüm canlılara saygısıdır.
Çocuklara olan sevgisi, sanata ve sanatçıya verdiği değerdir.
Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE…