Bugün, Atatürk’e ait kitapları inceleyenler, bu kitaplar arasında Türk ve İslâm tarihine ait çok sayıda kitabın bulunduğunu görürler.
Yine onun söylev ve demeçleri incelendiğinde, laik anlayış, din ve vicdan özgürlüğü üzerindeki aydınlatıcı sözleri yanında onun, dinin istismarına ya da irticai eylem girişimlerine karşı büyük bir hassasiyetle milletini uyanık tutmak istediği anlaşılır
Atatürk, sahip olduğu İslâm tarihi kültürüyledir ki, gerçek dinle hurafeyi yani boş inançları iyi ayırıp tanımlamasını yapmış ve yeri geldikçe de bu konularda toplumunu aydınlığa çıkarma yollarını aramıştır.
Bugün, siyasi platformda dini ön plâna çıkaranlar mevcuttur.
Dinin siyasette ön plânda tutulmasını öngören yazılı ve görsel medyanın da bulunduğunu hepimiz biliyoruz.
Atatürk’ün bu konudaki görüşleri şu şekildedir :
“ İnanıp bağlanmakta mutlu olduğumuz İslâm dinini, yüzyıllardan beri alışılageldiği gibi bir siyaset aracı haline düşmekten kurtarıp yüceltmenin pek gerekli olduğu gerçeğini de görüyor ve biliyoruz.
Kutsal ve tanrısal olan inanışlarımızı ve vicdan işlerimizi, karışık ve değişik olup her türlü çıkarlarla hırsların belirdiği yer demek olan siyasetten, siyasetin bütün kıpırdanışlarından bir an önce ve kesinlikle kurtarmak, milletin bu dünyada olduğu gibi öteki dünyada da mutluluğunun gerektirdiği bir zorunluluktur. Ancak, böylelikle İslâm dininin yüceliği belirmiş olur.”
Atatürk, gerçek dini inanışlara bağlı ve saygılı kalmış, onlara kuvvetle dayanmış, buna karşılık sapık inanışlara, hurafelere, fanatizme ve bunları üreten tekke, zaviye ve tarikatlara daima karşı çıkmıştır.
Güçlü bir din bilgisi olan Atatürk’ün, inkılâp ve ilkeler arasında, en çok istismar edileni, en çok yanlış istikametlere çekilerek mahiyetlerinin saptırılanı, ne yazık ki onun din ve laiklik hakkındaki görüşleridir.
Bir insanı, görüş ve fikirlerinden ayırmak imkansızdır. Atatürk ve ilkelerinin anlaşılması ve açıklanması da elbette sahip olduğu ve ortaya koyduğu temel düşünce ve görüşlerinden çıkacaktır.
Herşeyden evvel, bir kimsenin dini duyguları ve dini kültürü ile içinde doğup büyüdüğü, terbiyesini aldığı aile muhiti ve okul arasında çok sıkı bir alâka vardır. Bir kere o, devrinin din kültürüne oldukça üst seviyede sahip Müslüman bir ana-babadan dünyaya gelmiş birisidir ve ilk dini bilgilerini de onlardan, bilhassa annesinden almıştır.
Annesi Zübeyde Hanım, onu geleneklere uygun olarak ilâhilerle mahalle mektebine başlatmıştır. İlk öğrenimini gördüğü Şemsi Efendi Mektebi ve daha sonra devam ettiği Selânik Mülkiye İdadisi, devrinin şartları içinde ciddi din bilgileri veren öğrenim kurumlarıydı.
Esasen Atatürk’ün din kültürünün seviyesini görmek ve göstermek için, onun bu saha ile ilgili olarak tetkik ettiği Caetani’nin (İslâm Tarihi), Corci Zeyda’nın (Medeniyet-i İslâmiyye Tarihi) gibi bugün bile ancak bu sahanın mütehassıslarınca takip olunabilen eserleri söylemek bile kâfidir. Ayrıca, onun Kur’an-Kerîm’i tercüme ve tefsir edebilecek ölçüde Arapça bilgisine sahip olduğu da bilinmektedir.
Atatürk’ün, İslâm kültürü üzerindeki derin bilgilerinin yanında, samimiyetle inanan bir şahıs olduğu, gerek sözlerinden gerek davranışlarından açıkça anlaşılmaktadır. Atatürk’ün din aleyhine, İslâm aleyhine herhangi bir sözüne rastlamak mümkün değildir. Aksine, İslâm dininden, Hazret-i Peygamber’den sitayişle ve hürmetle bahseden, Müslümanlığından dolayı iftihar ettiğini dile getiren pek çok sözü olduğu gibi, her davranış ve sözünde, İslâm dinine ve değerlerine sahip çıktığını ve üzerine titrediğini görürüz.
Atatürk’ün din hakkındaki görüşleri açık, kesin ve nettir. Şimdi onun bazı konuşmalarından bölümler görelim :
“Allah birdir, şanı büyüktür. İnsanlara feyz vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü, dinimiz akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uyuyor. Uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsaydı, bununla diğer ilâhi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü, bütün maddi manevî âlem kanunlarını yapan Allah’tır.”
“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasta ve fiile dayanan taassupkâr hareketlerden sakınıyoruz.”
“Bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile neyin dine uygun, neyin dine aykırı olduğunu kolayca kestirebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, milletin yüksek çıkarlarına uygundur, biliniz ki o bizim dinimize de uygun düşer. Bir şey akla, mantığa, milletin çıkarlarına uygun düşüyorsa kimseye sormadan biliniz ki, o şey dinin de istediği, hoş gördüğü şeydir. Eğer bizim dinimiz bu kadar akla, mantığa uygun olmasaydı, dinlerin en sonuncusu ve eksiksizi olmazdı. Bu yüzden Türk Milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinimiz, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, ona da öyle inanıyorum ki, terakkiye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor.”
“Bizi yanlış yola sürükleyen kötüler, çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz. Görürsünüz ki, milleti gerileten, esir eden, çürüten kötülükler hep din örtüsü altındaki geriliklerden, bayağılıklardan ve alçaklıklardan gelmiştir. Onlar her türlü davranışı dinle karıştırıyorlar. Halbuki elhamdülillâh hepimiz dindarız. Milletimizin içinde hakiki ve ciddi ulema vardır. Milletimiz bu gibi ulemasıyla iftihar etmektedir. Bazı kimseler asrî olmayı kâfir olmak sanıyorlar.Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların maksadı, İslâmlar’ın kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir ? Her sarıklıyı hoca sanmayın. Hoca olmak sarıkla değil, akıl ve bilgiyledir. “
Samimi dindar kişi ile çıkarcı yobaz farkını gayet iyi değerlendiren Atatürk, laiklikle dinin, din duygusu ile inanç ve ibadet alanının asla zedelenmeyeceği, tersine manevî bakımdan içtenlikle yücelik kazanacağını iyi biliyordu. Bundan ötürüdür ki, Atatürk, psiko-sosyal ve kültürel bir içeriği olan laikliği açıklarken bu noktayı şöyle belirtmişti:
“Laiklik prensibinde ısrar ediyoruz. Çünkü, milli iradenin, insanlığa mal olmuş değerlerin belki de en kutsalı olan din hürriyeti, ancak laiklik prensibine bağlanmakla korunabilir.”
Türkiye bugün hızla ilerleyen ve gelişen güçlü bir ülke... Milletimiz, egemenliğine özenle sahip çıkıyor. İç ve dış tehditlere rağmen özgürlükçü ve milli egemenliğe dayanan demokrasimiz ilerliyor ve yerleşiyor.
Atatürk’ün hedefi ( körü körüne Avrupa Birliği’ne bağlanmak değil) çağdaş uygarlık düzeyiydi. Laikliği, benimsenmiş bu hedefin tabii uzantısı olarak nitelemişti. İnsan ilişkilerinde, günlük yaşam biçimlerinde Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türk inkılâbı, aynı yaklaşım tarzının, temel hedef olarak çağdaş uygarlığı benimsemesinin tabii sonuçlarıdır.
www.ahmetakyol.net
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Akyol
Atatürk Ve Din
Bugün, Atatürk’e ait kitapları inceleyenler, bu kitaplar arasında Türk ve İslâm tarihine ait çok sayıda kitabın bulunduğunu görürler.
Yine onun söylev ve demeçleri incelendiğinde, laik anlayış, din ve vicdan özgürlüğü üzerindeki aydınlatıcı sözleri yanında onun, dinin istismarına ya da irticai eylem girişimlerine karşı büyük bir hassasiyetle milletini uyanık tutmak istediği anlaşılır
Atatürk, sahip olduğu İslâm tarihi kültürüyledir ki, gerçek dinle hurafeyi yani boş inançları iyi ayırıp tanımlamasını yapmış ve yeri geldikçe de bu konularda toplumunu aydınlığa çıkarma yollarını aramıştır.
Bugün, siyasi platformda dini ön plâna çıkaranlar mevcuttur.
Dinin siyasette ön plânda tutulmasını öngören yazılı ve görsel medyanın da bulunduğunu hepimiz biliyoruz.
Atatürk’ün bu konudaki görüşleri şu şekildedir :
“ İnanıp bağlanmakta mutlu olduğumuz İslâm dinini, yüzyıllardan beri alışılageldiği gibi bir siyaset aracı haline düşmekten kurtarıp yüceltmenin pek gerekli olduğu gerçeğini de görüyor ve biliyoruz.
Kutsal ve tanrısal olan inanışlarımızı ve vicdan işlerimizi, karışık ve değişik olup her türlü çıkarlarla hırsların belirdiği yer demek olan siyasetten, siyasetin bütün kıpırdanışlarından bir an önce ve kesinlikle kurtarmak, milletin bu dünyada olduğu gibi öteki dünyada da mutluluğunun gerektirdiği bir zorunluluktur. Ancak, böylelikle İslâm dininin yüceliği belirmiş olur.”
Atatürk, gerçek dini inanışlara bağlı ve saygılı kalmış, onlara kuvvetle dayanmış, buna karşılık sapık inanışlara, hurafelere, fanatizme ve bunları üreten tekke, zaviye ve tarikatlara daima karşı çıkmıştır.
Güçlü bir din bilgisi olan Atatürk’ün, inkılâp ve ilkeler arasında, en çok istismar edileni, en çok yanlış istikametlere çekilerek mahiyetlerinin saptırılanı, ne yazık ki onun din ve laiklik hakkındaki görüşleridir.
Bir insanı, görüş ve fikirlerinden ayırmak imkansızdır. Atatürk ve ilkelerinin anlaşılması ve açıklanması da elbette sahip olduğu ve ortaya koyduğu temel düşünce ve görüşlerinden çıkacaktır.
Herşeyden evvel, bir kimsenin dini duyguları ve dini kültürü ile içinde doğup büyüdüğü, terbiyesini aldığı aile muhiti ve okul arasında çok sıkı bir alâka vardır. Bir kere o, devrinin din kültürüne oldukça üst seviyede sahip Müslüman bir ana-babadan dünyaya gelmiş birisidir ve ilk dini bilgilerini de onlardan, bilhassa annesinden almıştır.
Annesi Zübeyde Hanım, onu geleneklere uygun olarak ilâhilerle mahalle mektebine başlatmıştır. İlk öğrenimini gördüğü Şemsi Efendi Mektebi ve daha sonra devam ettiği Selânik Mülkiye İdadisi, devrinin şartları içinde ciddi din bilgileri veren öğrenim kurumlarıydı.
Esasen Atatürk’ün din kültürünün seviyesini görmek ve göstermek için, onun bu saha ile ilgili olarak tetkik ettiği Caetani’nin (İslâm Tarihi), Corci Zeyda’nın (Medeniyet-i İslâmiyye Tarihi) gibi bugün bile ancak bu sahanın mütehassıslarınca takip olunabilen eserleri söylemek bile kâfidir. Ayrıca, onun Kur’an-Kerîm’i tercüme ve tefsir edebilecek ölçüde Arapça bilgisine sahip olduğu da bilinmektedir.
Atatürk’ün, İslâm kültürü üzerindeki derin bilgilerinin yanında, samimiyetle inanan bir şahıs olduğu, gerek sözlerinden gerek davranışlarından açıkça anlaşılmaktadır.
Atatürk’ün din aleyhine, İslâm aleyhine herhangi bir sözüne rastlamak mümkün değildir.
Aksine, İslâm dininden, Hazret-i Peygamber’den sitayişle ve hürmetle bahseden, Müslümanlığından dolayı iftihar ettiğini dile getiren pek çok sözü olduğu gibi, her davranış ve sözünde, İslâm dinine ve değerlerine sahip çıktığını ve üzerine titrediğini görürüz.
Atatürk’ün din hakkındaki görüşleri açık, kesin ve nettir. Şimdi onun bazı konuşmalarından bölümler görelim :
“Allah birdir, şanı büyüktür. İnsanlara feyz vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü, dinimiz akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uyuyor. Uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsaydı, bununla diğer ilâhi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü, bütün maddi manevî âlem kanunlarını yapan Allah’tır.”
“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasta ve fiile dayanan taassupkâr hareketlerden sakınıyoruz.”
“Bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile neyin dine uygun, neyin dine aykırı olduğunu kolayca kestirebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, milletin yüksek çıkarlarına uygundur, biliniz ki o bizim dinimize de uygun düşer. Bir şey akla, mantığa, milletin çıkarlarına uygun düşüyorsa kimseye sormadan biliniz ki, o şey dinin de istediği, hoş gördüğü şeydir. Eğer bizim dinimiz bu kadar akla, mantığa uygun olmasaydı, dinlerin en sonuncusu ve eksiksizi olmazdı. Bu yüzden Türk Milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinimiz, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, ona da öyle inanıyorum ki, terakkiye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor.”
“Bizi yanlış yola sürükleyen kötüler, çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz. Görürsünüz ki, milleti gerileten, esir eden, çürüten kötülükler hep din örtüsü altındaki geriliklerden, bayağılıklardan ve alçaklıklardan gelmiştir. Onlar her türlü davranışı dinle karıştırıyorlar. Halbuki elhamdülillâh hepimiz dindarız.
Milletimizin içinde hakiki ve ciddi ulema vardır. Milletimiz bu gibi ulemasıyla iftihar etmektedir.
Bazı kimseler asrî olmayı kâfir olmak sanıyorlar.Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların maksadı, İslâmlar’ın kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir ?
Her sarıklıyı hoca sanmayın. Hoca olmak sarıkla değil, akıl ve bilgiyledir. “
Samimi dindar kişi ile çıkarcı yobaz farkını gayet iyi değerlendiren Atatürk, laiklikle dinin, din duygusu ile inanç ve ibadet alanının asla zedelenmeyeceği, tersine manevî bakımdan içtenlikle yücelik kazanacağını iyi biliyordu. Bundan ötürüdür ki, Atatürk, psiko-sosyal ve kültürel bir içeriği olan laikliği açıklarken bu noktayı şöyle belirtmişti:
“Laiklik prensibinde ısrar ediyoruz. Çünkü, milli iradenin, insanlığa mal olmuş değerlerin belki de en kutsalı olan din hürriyeti, ancak laiklik prensibine bağlanmakla korunabilir.”
Türkiye bugün hızla ilerleyen ve gelişen güçlü bir ülke...
Milletimiz, egemenliğine özenle sahip çıkıyor.
İç ve dış tehditlere rağmen özgürlükçü ve milli egemenliğe dayanan demokrasimiz ilerliyor ve yerleşiyor.
Atatürk’ün hedefi ( körü körüne Avrupa Birliği’ne bağlanmak değil) çağdaş uygarlık düzeyiydi.
Laikliği, benimsenmiş bu hedefin tabii uzantısı olarak nitelemişti.
İnsan ilişkilerinde, günlük yaşam biçimlerinde Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türk inkılâbı, aynı yaklaşım tarzının, temel hedef olarak çağdaş uygarlığı benimsemesinin tabii sonuçlarıdır.
www.ahmetakyol.net