Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Atatürk’ten Sonra Bağımsızlık

Yazının Giriş Tarihi: 14.11.2005 01:04
Yazının Güncellenme Tarihi: 14.11.2005 01:04

Türk yurdunun düşman işgalinden kurtuluşunu izleyen günlerde Atatürk, bundan sonra asıl içimizde bulunan düşmanla mücadele edilmesi gerektiğini belirtmişti. Bu düşman içimizde, düşünce tarzımızda, tutum ve davranışlarımızdaydı.


Atatürk, düşmandan kurtarılmış bir toprak üzerinde, yoksulluk ve çaresizlik içerisinde kıvranan bir ulusu çağdaş uluslar düzeyine çıkarıp, mutlu, zengin ve rahat bir yaşam şekline kavuşturmayı amaçlamıştı.


Sosyal alanda hurafelerle ve gerçek dışı din anlayışıyla geri kalmış, sanayiden yoksun, ekonomisi mahvolmuş bir toplum, ancak köklü reformlarla değişebilirdi.


Uluslar, dünya ulusları arasında kendilerini, devletler hukukunun verdiği hak ve yetkiyle, siyasal yönden bağımsızlık sahibi olmakla kanıtlar.


Atatürk, bu durumu, daha 1919 yılında Samsun’a çıktığında : “ Ulusal egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türkiye devleti kurmak” parolasıyla açıklamıştı.


Atatürk, ömrü boyunca  bu amaç uğruna didindi, çalıştı, çabaladı.


Onun 10 Kasım 1938’de vefatından sonra ise, yeni bir döneme girildi.


Bakın neler oldu, neler !


Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün , Amerikalı bir gazeteciye söyledikleri  ilginç olmalı : 


“ Eğer Rusya gelip de aradaki anlaşmazlıklara olumlu biçimde çözme teklifinde bulunsa bile, ben Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle el ele gitmesi taraftarıydım.”


İsmet İnönü, Türkiye’nin sadece siyasette değil ekonomide de Amerika ile el ele gitmesi taraftarıydı. Bu taraftarlığını cumhurbaşkanı seçildikten 4,5 ay sonra gösterdi.


Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yabancı bir ülkeye imtiyaz tanıyan ilk antlaşmayı 1 Nisan 1939 günü yaptı.  Bu antlaşmaya göre Türkiye, ABD’ne gerek ithalat ve ihracatta ve gerekse diğer tüm konularda en ziyade müsaadeye mazhar ülke statüsü tanıdı.
Ayrıca, ABD sanayi ve malları için  % 12 ile % 88 arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlandı.


Atatürk’ün ölümünden sadece altı ay sonra Türkiye, 12 Mayıs 1939’da İngiltere, 23 Haziran’da da Fransa ile iki ayrı deklârasyona imza attı. Sovyetler Birliği’nde büyük rahatsızlık yaratan bu deklârasyonun ardından, 19 Ekim 1939’da İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında  Üçlü İttifak Antlaşması imzalandı.


Bu antlaşma, Hitler’in Türkiye’yi işgâl plânı içine almasına neden oldu. Sovyetler Birliği ile ilişkiler bozuldu.


Bu antlaşma ile hemen hemen hiçbir şey kazanılamadı ama, çok önemli bir şey yitirildi. On altı yıl boyunca uygulanan, sınır komşuları dahil dünyanın tüm ülkelerine güven veren, bağımsız ve bağlantısız  Atatürkçü dış politikadan vazgeçildi ve Osmanlı’da olduğu gibi, yeniden Batı’ya bağlanma sürecine girildi.


Bu antlaşma ile yapılan iş, tam bağımsızlıkta ödünsüzlük, kendi gücüne dayanma  ve Batı’yla eşit ilişkiler temeline dayanan Atatürkçü  politikadan uzaklaşmaydı.


23 Şubat 1945 tarihinde, ABD ile ilk ikili antlaşma imzalandı.  Antlaşmanın 2 nci maddesi şöyleydi : “ TC. Hükümeti, sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri ABD’ne teslim edecektir.”


ABD ile yapılan ikinci antlaşma, 27 Şubat 1946 tarihlidir. Bu antlaşmanın özü, dünyanın değişik yerlerinde ABD’nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş savaş artığı malzemeyi satın alması koşuluyla Türkiye’ye borç vermesiydi.


1946 yılında, Türkiye, ABD’ye borcu olan 4,5 milyon doları ödedikten sonra, Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun şu sözlerini hatırlamakta yarar var :


“ Hepimiz inanıyoruz ki, Amerika Birleşik Devletleri’ne bu parayı vermekle borcumuzun yalnız  maddi kısmını ödüyoruz. ABD’ne bir de manevi borcumuz var ki onu da özgürlük, eşitlik ve insanlık davalarında Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödeyeceğiz.”


3 ncü Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, 20 Ekim 1957’de Taksim Meydanı’nda yaptığı konuşmada şöyle diyordu :


“ Türkiye, 30 yıl sonra küçük Amerika olacaktır.”


Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Lizbon’da Türkiye’nin NATO’ya kabul toplantısında ;
“ Karşınızda büyük bir istekle ve kayıtsız şartsız işbirliği zihniyetiyle hareket etmeyi ilke edinen bir Türkiye bulacaksınız” derken, dönemin Başbakanı Adnan Menderes ise şunları söylüyordu:
“ Milli ya da bağımsız diye adlandırılan bir dış siyaset gütmek, gerçekte Birleşmiş Milletler’deki demokrasi anlayışından uzaklaşmak demektir.”


Atatürk için birinci derecede önemli olan  ise “ dışarıda bağımsızlık, içerde kayıtsız ve şartsız milli egemenliği  korumak “tı...


Nereden nerelere gelmişiz...


Şimdi ise nereye gidiyoruz ?


Kaynaklar:
1. Hikmet Bilâ, CHP 1919- 1999, Doğan Kitap, 2 nci Baskı, İstanbul, 1999.
2 .Haydar Tunçkanat, İkili Antlaşmaların İçyüzü,Ekim Yayınları, 1970.
3. Metin Aydoğan, Bitmeyen Oyun, Kum Saati Yayınları, 2002.



Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.