18 Mart, 1915 yılında kazanılan Çanakkale Deniz Zaferi'nin yıldönümü ve Şehitleri Anma Günü'dür.
Haber Giriş Tarihi: 17.03.2018 10:29
Haber Güncellenme Tarihi: 01.01.1970 02:00
Kaynak:
Haber Merkezi
yalovamiz.com
O gün, Çanakkale'de, İngiliz ve Fransız donanmasına karşı büyük bir zafer kazanmıştık.
Birinci Dünya Savaşı’nın en mutsuz günleriydi...
İtilaf Devletleri, Çanakkale Boğazı’ndan geçerek İstanbul’u ele geçirmek ve savaşın gidişatını lehlerine çevirmek istiyorlardı.
Bu sebeple de donanmalarının büyük bir kısmını Çanakkale Boğazı dışında toplamışlardı.
Önce, sadece gemilerini boğazlardan geçirmeyi düşündüler.
18 Mart 1915 günü yaptıkları deniz geçiş harekâtı başarılı olamadı.
Bu sefer, kıyıya çıkaracakları birliklerle Gelibolu Yarımadası’nı ele geçirmeyi müteakiben donanmanın boğazdan geçmesini planladılar.
25 Nisan 1915 günü başlayan bu harekât da başarıya ulaşamadı. Çatışma siper muharebelerine döndü.
Nihayet, 8/9 Ocak 1916 gecesi, son askerlerini de gizlice çekerek Çanakkale Boğazı’ ndan uzaklaştılar.
Çanakkale Muharebeleri’ nin akıllara durgunluk veren olaylarını ve o dehşet verici çarpışmalar sonunda zafer çelenginin Mehmetçiğin alnını süsleyişindeki sırrın ne olduğunu kavrayabilmek için, muharebe alanını bir kez gezmek, yerinde inceleme yapmak lâzımdır.
Çünkü, yüz binlerin boğazlaştığı ve Türk evlatlarının yerine göre bir adım gerilememek, ölünceye kadar geçecek zamanı kazanmak için, her metrekaresine kan akıtmak pahasına savundukları bir avuçluk çarpışma alanlarının kutsal topraklarına yüz sürmeden Çanakkale anlaşılamaz.
Seddülbahir’i, Zığındere’ yi, Büyük ve Küçük Anafartalar’ı, Conkbayırı’ nı, Kocaçimentepe’ yi, Alçıtepe’yi huşu içinde tavaf ederek, karşılıklı siperlerin birbirlerine bitişmiş kadar yakın izleri içinde ve her adımda bir adsız kahramanın ruhuyla kucaklaşmadan Çanakkale anlaşılamaz.
Gelibolu Yarımadası’nda, Seddülbahir’den kuzeye Conkbayırı’na doğru ilerlerken, 1994 yılı Temmuz ayında yaşanan bir yangının izlerini görürsünüz.
O güzelim yöreler hâlâ ağaçsız, hâlâ çorak...
Kavrulmuş dallar, kararmış toprak, doğayı yeniden canlandırmak için yapılanların yeterli olmadığını bütün çıplaklığıyla gösteriyor.
Kül olan doğayı yeniden yaratmak için yapılan çabalar, dikilen fidanlar çevreye sanki bodur bir yeşil kazandırmış.
Şüheda fışkıran topraklarda, unutulmuşluğun, bakımsızlığın sessiz bir protestosu var sanki...
Boğazı zorlayan zırhlılara aman vermeyen topların suskunluğunda yaşanan terk edilmişlik, ıstırap veriyor görene...
Tabyalar, pisliklerini toplamadan giden piknikçilere mekân olmuş.
İnsanı öfkeden çılgına çeviren umursamazlık, bir ihanet gibi çıkıyor önünüze...
Yine de, Gelibolu Yarımadası’na ayak bastığınızda, gökleri, denizleri ve tepeler kaplayan görkemli bir sesin, ruhunuzu kapladığını ve tüm benliğinizi doldurduğunu hissedersiniz.
Kurmay Yarbay Mustafa Kemal’in sesidir bu :
“ Size ben taarruz etmeyi emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimize yeni kuvvetler ve yeni kumandanlar gelebilir. Bize verilen bu namus görevini yerine getirmek için bir adım geri gitmek yoktur."
İşte Çanakkale Zaferi budur.
Zaferi yaratan inanç da, bu görkemli emirlerin her geçen gün daha yücelen anlamında sembolleşmiş, sonsuzlaşmıştır.
18 Mart günleri yapılan anma törenleri, sadece 18 Mart Deniz Zaferi değil, tüm Çanakkale Muharebeleri sonunda elde edilen zafer adınadır.
Çanakkale’de ve bu toprakların vatan olması için görevlendirildikleri her yerde, can verenleri, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, saygı ve rahmetle anıyorum.
Ruhları şad olsun.
Bu büyük zaferin anısına tarih sayfalarını biraz çevirmekte yarar olduğunu düşünüyorum.
Hemen hemen her sene, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitler Günü münasebetiyle yapılan bazı etkinlikler, sanki bir nevi dinsel törene dönüşüyor.
Yapılan konuşmalarda, Müslüman dünyasının Hıristiyan dünyasına olan üstünlüğünden söz ediliyor.
Oysa 1915 Çanakkale Muharebeleri, dinsel anlamda bir çatışma alanı değildir.
Zira Osmanlı Ordusu sadece Müslümanlardan, İtilâf Devletleri birlikleri de, sadece Hıristiyanlardan oluşmuyordu.
İtilâf askerleri içinde Müslüman (Örneğin Hintli ve / veya nereye gönderildiğini bilmeyen Kıbrıslı Türkler) ve Museviler olduğu gibi, Osmanlı ordusunda da (görevli Almanlar dışında) Hıristiyanlar ve Yahudiler vardı.
Tarihi bir gerçektir:
Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Müslümanların tamamının vatansever olduğu söylenemeyeceği gibi; Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde yaşayan gayrimüslimlerin tamamının hain olduğu da asla söylenemez.
Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler içinden, çoğunluk Müslüman Türk kadar vatanına bağlı, hatta bu topraklar için seve seve can veren pek çok insan çıkmıştır, çıkmaktadır.
Osmanlı Teşkilâtı Mahsusa’nın başında bulunan Eşref Kuşçubaşı der ki:
“Şu gerçeği tarih önünde tekrarlamak isterim.: Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde yaşayan bütün Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler asla hain değillerdir. Aralarında öz ve halis Türk kadar bu topraklara bağlı, hatta bu topraklar için seve seve ölecek insanlar çıkmıştır. En nazik ve buhranlı günlerde, birçok Ermeni ve Rum vatandaşımızdan en vatanperver Türkleri gıpta ettirecek yakınlık görmüşüzdür. Bu ahlâk sahibi insanlar, bizlerle birlikte gülmüş, beraber ağlamışlardır.”
Çanakkale’de, Osmanlı 5’inci Ordusu’nda görev yapan gayrimüslim vatandaşları yok kabul etmek, onlara saygısızlık olmaz mı?
Çanakkale’de toprak olmuş, vücutlarını orada yapılmış anıta malzeme diye hibe etmiş şehitlerimizin yattığı mezarlıkları gezerken gözümüze: Dimitri, Yorgo, Artin, Panayot gibi isimler takılabilir.
Mezarlıkların tamamında olduğu gibi, bunların doğum yer ve yılları farklı olsa da, ölüm tarihleri hep aynıdır: 1915…
Birinci Dünya Savaşı’nın dağdağalı günlerinde, Şişli’deki Fransız La Paix Hastanesi’nde, uzayıp giden bu listeyi okuyan kişi, Prof. Dr. Mahzar Osman…
215 kişinin adının yazılı olduğu şehitler listesinde 75 gayrimüslim tabibin adı geçiyor. Bu 75 tabibin 18’i Yahudi, 32’si Ermeni, 25’i ise Rum ve diğer Hıristiyanlar…
Çanakkale Muharebeleri’nde, Osmanlı Ordusu saflarında hayatlarını kaybedenlerden kimlikleri tespit edilebilen 105 gayrimüslim, vatan evladı var.
Bunlar arasında:
Hristo oğlu Andon (Tekirdağ),
Kostantin oğlu Aristo (Çanakkale),
Paskal oğlu Apostol (Edirne),
Tefekçiyan oğlu Arakil,
Salamon oğlu Aram,
Dimitri oğlu Arkir,
Avanis oğlu Agop,
Panayot oğlu Andon (Balıkesir),
Yorgi oğlu Andon (İstanbul) hemen göze çarpan isimler…
Gayrimüslim vatandaşlarımızdan Çanakkale’de hayatlarını kaybedenler ile ilgili pek çok örnek verilebilir.
Süryaniler’in tarih boyunca Mardin ili ve çevresinde yaşadıklarını biliyoruz. Birinci Dünya Savaşı başlangıcında, Mardin Midyat’ın Alagöz Köyü’nden 19 kişi askere alınmış. Savaş sonunda, bunlardan sadece 3’ü dönebilmiş. 16 kişi, cephede kendilerine verilen görevleri yaparken, vatan uğruna can vermişler.
Günümüzün tanınmış fotoğrafçılarından Ara Güler’in babası Dacat Güler, Çanakkale Muharebeleri’ne Eczacı Er olarak katılıp, yaralanan ve Gazi olarak dönen Ermenilerden…
Ara Güler, babasının 1960’ta vefatına kadar Çanakkale’de aldığı yarayla övündüğünü, zaman zaman çevresine “Ben bu ülke için savaştım, yaralandım. Sen ne yaptın?” diye sorduğunu anlatıyor.
Agop Elmaysan, 1880 Mekteb-i Sultani mezunuydu. 60 yaşında olmasına rağmen, Birinci Dünya Savaşı’na gönüllü olarak katıldı. Çanakkale’de yaralıları tedavi ettiği sırada, bir bombardımanda şehit oldu.
Rum Kleanti (Kalyoncu), Üsküdar’da seccadecilik yapıyordu. Zamanı gelince askere gitti. Çanakkale’de çarpışırken şehit düştü. Genç eşi Polikseni bir daha evlenmedi. Devletten aldığı ŞEHİT MAAŞI ile bebeğini büyüttü. Bu çocuk büyüdü, Niko adıyla Türk Ordusu’nda 6 yıl askerlik yaptı. Evlendi, bir oğlu oldu; Adını Fedon koydu. Günümüzde kulağında ayyıldızlı küpe olan Şarkıcı Fedon, işte bu Çanakkale şehidimizin torunudur.
Bir başka örnek…
Rum asıllı Yüzbaşı Sokrat İncesu, Çanakkale ve Süveyş Muharebeleri’ne katılmış. Başarılarından dolayı madalya ile ödüllendirilmiş.
Sokrat İncesu, savaşın bütün dramlarına tanık olmuş. Kirte’de yaralanmış. Sahra hastahanesine getirildiğinde, Kaymakam Ali Rıza Bey’in, “ vah yavrum, evlâdım Sokrat’ım. Seni de mi kaybettik?” sızlanmasını duyamamış, ancak aradan üç gün geçtikten sonra gözlerini açabilmiş.
Enver Paşa, Çanakkale cephesini ziyarete geldiğinde, Yüzbaşı Sokrat’ın yaralandığını duyduğunda, üzüntüsünü ve heyecanını gizleyemeyerek, “Eyvah, yoksa bizim Sokrat mı?” diyerek, hastahaneye ziyaretine koşmuştu.
Yüzbaşı Sokrat, 1964 yılında, “Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale- Arıburnu Hatıralarım” isimli kitabını yayınladı.
Aynı hatıralar , 2001 yılında, İstanbul’da, Arma Yayınevi tarafından yayınlanan “Çanakkale Hatıraları “ isimli kitabın 1’inci cildinde de yer aldı.
Yüzbaşı Sokrat, hatıralarının sonunda diyor ki:
"…Çanakkale, Gelibolu, Kanlısırt, Arıburnu, Kirte, Seddülbahir ve Birinci Dünya Savaşı’na sahne olan Çanakkale harp sahalarını gezmek ve binlerce isimsiz vatan şehidinin yattığı bu mübarek toprakları ziyaret ederek ruhlarına bir Fatiha okumak her Türk’ün bir vecibesi ve yurt vazifesi olmalıdır.”
Türk askeri denince, akla hemen “Mehmetçik” gelir.
Ama unutmayalım: Mehmet ile omuz omuza çarpışmış, vatan şehidi gayrimüslim vatandaşlarımız da var.
Çok önemli bir noktayı da hatırlamamız gerekiyor.
Cephede bunlar olurken, cephe gerisi de farklı değildi !..
Son günlerde, Dr. Rıfkı Kamil Urga Çankırı Araştırmaları Merkezi’ne bir defter bağışlanmış.
Defter, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Çankırı Kâtibi Cemal Oğuz Bey’e ait…
Bu defterlerde yazılanları okuyunca anlıyoruz ki, 1’inci Dünya Savaşı içinde, Çankırı’da bulunan kadınlar bir araya gelerek, cephede savaşan askerlere giysi yardımı yapmışlar.
Yardım yapanların kimlikleri Cemal Oğuz Bey’e ait defterlere kaydedildikten sonra, toplanan yardımlar Ankara’da bulunan 5’inci Kolordu Komutanlığı’na verilmiş.
Yardımda bulunan, Çanakkale Muharebeleri ‘nde cephedeki askerlere çorap ve kazak gibi giysi gönderen 150 Çankırılı kadının 20’si Ermeni ve Rum…
Cemal Oğuz Bey’in defterinde isimleri yer alan Rum ve Ermeni kadınların bazıların adları şöyle:
"Rum Mahallesi’nden Kayserili Lazari, Kayserbey Mahallesi’nden Terzi Anastas’ın annesi Elenko, Andonoğlu Taklis’in eşi Sofi, Bülbül Andon’un eşi Fesligan, Kefserbey Mahallesi’nden İvan oğlu Bodrumus’un kızı Kiraki, Koca Yorgi’nin oğlu Yanko’nun eşi Teodora."
Yazılanlardan, Anadolu insanının Türk’ü, Rum’u ve Ermeni’si ile yokluk içinde nasıl bir araya gelebildiğini görüyoruz.
Bu belge, ortak vatan bilincinin en güzel örneğidir!..
“1915 Çanakkale Muharebeleri, dinsel anlamda bir çatışma alanı değildir” demekle ne demek istediğim herhalde şimdi daha iyi anlaşılmıştır.
Ancak, bugünden düne baktığımızda, bir konuyu da göz ardı etmemek gerekir:
Türk Milleti,
Birinci Dünya Savaşı sırasında ayrılıkçı Ermeni çetelerinin,
Kurtuluş Savaşı sırasında, Yunanlılarla işbirliği yapan bazı ayrılıkçı Rumların,
Özellikle Fransızlarla işbirliği yapan bazı ayrılıkçı Ermenilerin,
İngilizlerle işbirliği yapan bazı etnik unsurların yaptıklarını da unutmamıştır.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
18 Mart Deniz Zaferi Ve Şehitler Günü
18 Mart, 1915 yılında kazanılan Çanakkale Deniz Zaferi'nin yıldönümü ve Şehitleri Anma Günü'dür.
O gün, Çanakkale'de, İngiliz ve Fransız donanmasına karşı büyük bir zafer kazanmıştık.
Birinci Dünya Savaşı’nın en mutsuz günleriydi...
İtilaf Devletleri, Çanakkale Boğazı’ndan geçerek İstanbul’u ele geçirmek ve savaşın gidişatını lehlerine çevirmek istiyorlardı.
Bu sebeple de donanmalarının büyük bir kısmını Çanakkale Boğazı dışında toplamışlardı.
Önce, sadece gemilerini boğazlardan geçirmeyi düşündüler.
18 Mart 1915 günü yaptıkları deniz geçiş harekâtı başarılı olamadı.
Bu sefer, kıyıya çıkaracakları birliklerle Gelibolu Yarımadası’nı ele geçirmeyi müteakiben donanmanın boğazdan geçmesini planladılar.
25 Nisan 1915 günü başlayan bu harekât da başarıya ulaşamadı. Çatışma siper muharebelerine döndü.
Nihayet, 8/9 Ocak 1916 gecesi, son askerlerini de gizlice çekerek Çanakkale Boğazı’ ndan uzaklaştılar.
Çanakkale Muharebeleri’ nin akıllara durgunluk veren olaylarını ve o dehşet verici çarpışmalar sonunda zafer çelenginin Mehmetçiğin alnını süsleyişindeki sırrın ne olduğunu kavrayabilmek için, muharebe alanını bir kez gezmek, yerinde inceleme yapmak lâzımdır.
Çünkü, yüz binlerin boğazlaştığı ve Türk evlatlarının yerine göre bir adım gerilememek, ölünceye kadar geçecek zamanı kazanmak için, her metrekaresine kan akıtmak pahasına savundukları bir avuçluk çarpışma alanlarının kutsal topraklarına yüz sürmeden Çanakkale anlaşılamaz.
Seddülbahir’i, Zığındere’ yi, Büyük ve Küçük Anafartalar’ı, Conkbayırı’ nı, Kocaçimentepe’ yi, Alçıtepe’yi huşu içinde tavaf ederek, karşılıklı siperlerin birbirlerine bitişmiş kadar yakın izleri içinde ve her adımda bir adsız kahramanın ruhuyla kucaklaşmadan Çanakkale anlaşılamaz.
Gelibolu Yarımadası’nda, Seddülbahir’den kuzeye Conkbayırı’na doğru ilerlerken, 1994 yılı Temmuz ayında yaşanan bir yangının izlerini görürsünüz.
O güzelim yöreler hâlâ ağaçsız, hâlâ çorak...
Kavrulmuş dallar, kararmış toprak, doğayı yeniden canlandırmak için yapılanların yeterli olmadığını bütün çıplaklığıyla gösteriyor.
Kül olan doğayı yeniden yaratmak için yapılan çabalar, dikilen fidanlar çevreye sanki bodur bir yeşil kazandırmış.
Şüheda fışkıran topraklarda, unutulmuşluğun, bakımsızlığın sessiz bir protestosu var sanki...
Boğazı zorlayan zırhlılara aman vermeyen topların suskunluğunda yaşanan terk edilmişlik, ıstırap veriyor görene...
Tabyalar, pisliklerini toplamadan giden piknikçilere mekân olmuş.
İnsanı öfkeden çılgına çeviren umursamazlık, bir ihanet gibi çıkıyor önünüze...
Yine de, Gelibolu Yarımadası’na ayak bastığınızda, gökleri, denizleri ve tepeler kaplayan görkemli bir sesin, ruhunuzu kapladığını ve tüm benliğinizi doldurduğunu hissedersiniz.
Kurmay Yarbay Mustafa Kemal’in sesidir bu :
“ Size ben taarruz etmeyi emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimize yeni kuvvetler ve yeni kumandanlar gelebilir. Bize verilen bu namus görevini yerine getirmek için bir adım geri gitmek yoktur."
İşte Çanakkale Zaferi budur.
Zaferi yaratan inanç da, bu görkemli emirlerin her geçen gün daha yücelen anlamında sembolleşmiş, sonsuzlaşmıştır.
18 Mart günleri yapılan anma törenleri, sadece 18 Mart Deniz Zaferi değil, tüm Çanakkale Muharebeleri sonunda elde edilen zafer adınadır.
Çanakkale’de ve bu toprakların vatan olması için görevlendirildikleri her yerde, can verenleri, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, saygı ve rahmetle anıyorum.
Ruhları şad olsun.
Bu büyük zaferin anısına tarih sayfalarını biraz çevirmekte yarar olduğunu düşünüyorum.
Hemen hemen her sene, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitler Günü münasebetiyle yapılan bazı etkinlikler, sanki bir nevi dinsel törene dönüşüyor.
Yapılan konuşmalarda, Müslüman dünyasının Hıristiyan dünyasına olan üstünlüğünden söz ediliyor.
Oysa 1915 Çanakkale Muharebeleri, dinsel anlamda bir çatışma alanı değildir.
Zira Osmanlı Ordusu sadece Müslümanlardan, İtilâf Devletleri birlikleri de, sadece Hıristiyanlardan oluşmuyordu.
İtilâf askerleri içinde Müslüman (Örneğin Hintli ve / veya nereye gönderildiğini bilmeyen Kıbrıslı Türkler) ve Museviler olduğu gibi, Osmanlı ordusunda da (görevli Almanlar dışında) Hıristiyanlar ve Yahudiler vardı.
Tarihi bir gerçektir:
Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Müslümanların tamamının vatansever olduğu söylenemeyeceği gibi; Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde yaşayan gayrimüslimlerin tamamının hain olduğu da asla söylenemez.
Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler içinden, çoğunluk Müslüman Türk kadar vatanına bağlı, hatta bu topraklar için seve seve can veren pek çok insan çıkmıştır, çıkmaktadır.
Osmanlı Teşkilâtı Mahsusa’nın başında bulunan Eşref Kuşçubaşı der ki:
“Şu gerçeği tarih önünde tekrarlamak isterim.: Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde yaşayan bütün Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler asla hain değillerdir. Aralarında öz ve halis Türk kadar bu topraklara bağlı, hatta bu topraklar için seve seve ölecek insanlar çıkmıştır. En nazik ve buhranlı günlerde, birçok Ermeni ve Rum vatandaşımızdan en vatanperver Türkleri gıpta ettirecek yakınlık görmüşüzdür. Bu ahlâk sahibi insanlar, bizlerle birlikte gülmüş, beraber ağlamışlardır.”
Çanakkale’de, Osmanlı 5’inci Ordusu’nda görev yapan gayrimüslim vatandaşları yok kabul etmek, onlara saygısızlık olmaz mı?
Çanakkale’de toprak olmuş, vücutlarını orada yapılmış anıta malzeme diye hibe etmiş şehitlerimizin yattığı mezarlıkları gezerken gözümüze: Dimitri, Yorgo, Artin, Panayot gibi isimler takılabilir.
Mezarlıkların tamamında olduğu gibi, bunların doğum yer ve yılları farklı olsa da, ölüm tarihleri hep aynıdır: 1915…
“…Şehitlerimizin aziz hatıraları için ayağa kalkmanızı rica ederim. Binbaşı Abdurrahman Efendi, Mükellef Yüzbaşı Abdürrezak Efendi, Tabip Aron Efendi, Yüzbaşı Avram Efendi, Mükellef Yüzbaşı Anastas Efendi…”
Birinci Dünya Savaşı’nın dağdağalı günlerinde, Şişli’deki Fransız La Paix Hastanesi’nde, uzayıp giden bu listeyi okuyan kişi, Prof. Dr. Mahzar Osman…
215 kişinin adının yazılı olduğu şehitler listesinde 75 gayrimüslim tabibin adı geçiyor. Bu 75 tabibin 18’i Yahudi, 32’si Ermeni, 25’i ise Rum ve diğer Hıristiyanlar…
Çanakkale Muharebeleri’nde, Osmanlı Ordusu saflarında hayatlarını kaybedenlerden kimlikleri tespit edilebilen 105 gayrimüslim, vatan evladı var.
Bunlar arasında:
Hristo oğlu Andon (Tekirdağ),
Kostantin oğlu Aristo (Çanakkale),
Paskal oğlu Apostol (Edirne),
Tefekçiyan oğlu Arakil,
Salamon oğlu Aram,
Dimitri oğlu Arkir,
Avanis oğlu Agop,
Panayot oğlu Andon (Balıkesir),
Yorgi oğlu Andon (İstanbul) hemen göze çarpan isimler…
Gayrimüslim vatandaşlarımızdan Çanakkale’de hayatlarını kaybedenler ile ilgili pek çok örnek verilebilir.
Süryaniler’in tarih boyunca Mardin ili ve çevresinde yaşadıklarını biliyoruz. Birinci Dünya Savaşı başlangıcında, Mardin Midyat’ın Alagöz Köyü’nden 19 kişi askere alınmış. Savaş sonunda, bunlardan sadece 3’ü dönebilmiş. 16 kişi, cephede kendilerine verilen görevleri yaparken, vatan uğruna can vermişler.
Günümüzün tanınmış fotoğrafçılarından Ara Güler’in babası Dacat Güler, Çanakkale Muharebeleri’ne Eczacı Er olarak katılıp, yaralanan ve Gazi olarak dönen Ermenilerden…
Ara Güler, babasının 1960’ta vefatına kadar Çanakkale’de aldığı yarayla övündüğünü, zaman zaman çevresine “Ben bu ülke için savaştım, yaralandım. Sen ne yaptın?” diye sorduğunu anlatıyor.
Agop Elmaysan, 1880 Mekteb-i Sultani mezunuydu. 60 yaşında olmasına rağmen, Birinci Dünya Savaşı’na gönüllü olarak katıldı. Çanakkale’de yaralıları tedavi ettiği sırada, bir bombardımanda şehit oldu.
Rum Kleanti (Kalyoncu), Üsküdar’da seccadecilik yapıyordu. Zamanı gelince askere gitti. Çanakkale’de çarpışırken şehit düştü. Genç eşi Polikseni bir daha evlenmedi. Devletten aldığı ŞEHİT MAAŞI ile bebeğini büyüttü. Bu çocuk büyüdü, Niko adıyla Türk Ordusu’nda 6 yıl askerlik yaptı. Evlendi, bir oğlu oldu; Adını Fedon koydu. Günümüzde kulağında ayyıldızlı küpe olan Şarkıcı Fedon, işte bu Çanakkale şehidimizin torunudur.
Bir başka örnek…
Rum asıllı Yüzbaşı Sokrat İncesu, Çanakkale ve Süveyş Muharebeleri’ne katılmış. Başarılarından dolayı madalya ile ödüllendirilmiş.
Sokrat İncesu, savaşın bütün dramlarına tanık olmuş. Kirte’de yaralanmış. Sahra hastahanesine getirildiğinde, Kaymakam Ali Rıza Bey’in, “ vah yavrum, evlâdım Sokrat’ım. Seni de mi kaybettik?” sızlanmasını duyamamış, ancak aradan üç gün geçtikten sonra gözlerini açabilmiş.
Enver Paşa, Çanakkale cephesini ziyarete geldiğinde, Yüzbaşı Sokrat’ın yaralandığını duyduğunda, üzüntüsünü ve heyecanını gizleyemeyerek, “Eyvah, yoksa bizim Sokrat mı?” diyerek, hastahaneye ziyaretine koşmuştu.
Yüzbaşı Sokrat, 1964 yılında, “Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale- Arıburnu Hatıralarım” isimli kitabını yayınladı.
Aynı hatıralar , 2001 yılında, İstanbul’da, Arma Yayınevi tarafından yayınlanan “Çanakkale Hatıraları “ isimli kitabın 1’inci cildinde de yer aldı.
Yüzbaşı Sokrat, hatıralarının sonunda diyor ki:
"…Çanakkale, Gelibolu, Kanlısırt, Arıburnu, Kirte, Seddülbahir ve Birinci Dünya Savaşı’na sahne olan Çanakkale harp sahalarını gezmek ve binlerce isimsiz vatan şehidinin yattığı bu mübarek toprakları ziyaret ederek ruhlarına bir Fatiha okumak her Türk’ün bir vecibesi ve yurt vazifesi olmalıdır.”
Türk askeri denince, akla hemen “Mehmetçik” gelir.
Ama unutmayalım: Mehmet ile omuz omuza çarpışmış, vatan şehidi gayrimüslim vatandaşlarımız da var.
Çok önemli bir noktayı da hatırlamamız gerekiyor.
Cephede bunlar olurken, cephe gerisi de farklı değildi !..
Son günlerde, Dr. Rıfkı Kamil Urga Çankırı Araştırmaları Merkezi’ne bir defter bağışlanmış.
Defter, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Çankırı Kâtibi Cemal Oğuz Bey’e ait…
Bu defterlerde yazılanları okuyunca anlıyoruz ki, 1’inci Dünya Savaşı içinde, Çankırı’da bulunan kadınlar bir araya gelerek, cephede savaşan askerlere giysi yardımı yapmışlar.
Yardım yapanların kimlikleri Cemal Oğuz Bey’e ait defterlere kaydedildikten sonra, toplanan yardımlar Ankara’da bulunan 5’inci Kolordu Komutanlığı’na verilmiş.
Yardımda bulunan, Çanakkale Muharebeleri ‘nde cephedeki askerlere çorap ve kazak gibi giysi gönderen 150 Çankırılı kadının 20’si Ermeni ve Rum…
Cemal Oğuz Bey’in defterinde isimleri yer alan Rum ve Ermeni kadınların bazıların adları şöyle:
"Rum Mahallesi’nden Kayserili Lazari, Kayserbey Mahallesi’nden Terzi Anastas’ın annesi Elenko, Andonoğlu Taklis’in eşi Sofi, Bülbül Andon’un eşi Fesligan, Kefserbey Mahallesi’nden İvan oğlu Bodrumus’un kızı Kiraki, Koca Yorgi’nin oğlu Yanko’nun eşi Teodora."
Yazılanlardan, Anadolu insanının Türk’ü, Rum’u ve Ermeni’si ile yokluk içinde nasıl bir araya gelebildiğini görüyoruz.
Bu belge, ortak vatan bilincinin en güzel örneğidir!..
“1915 Çanakkale Muharebeleri, dinsel anlamda bir çatışma alanı değildir” demekle ne demek istediğim herhalde şimdi daha iyi anlaşılmıştır.
Ancak, bugünden düne baktığımızda, bir konuyu da göz ardı etmemek gerekir:
Türk Milleti,
Birinci Dünya Savaşı sırasında ayrılıkçı Ermeni çetelerinin,
Kurtuluş Savaşı sırasında, Yunanlılarla işbirliği yapan bazı ayrılıkçı Rumların,
Özellikle Fransızlarla işbirliği yapan bazı ayrılıkçı Ermenilerin,
İngilizlerle işbirliği yapan bazı etnik unsurların yaptıklarını da unutmamıştır.
Ahmet AKYOL, YALOVA, 18 Mart 2018
En Çok Okunan Haberler