Anavatan Partisi Yalova İl yönetimi Yalova tarımı konulu araştırma raporunu düzenlediği bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıkladı. Anap Yalova il örgütünün hazırladığı raporu açıklayan il başkanı
Haber Giriş Tarihi: 29.03.2006 00:00
Haber Güncellenme Tarihi: 01.01.1970 02:00
Kaynak:
Haber Merkezi
yalovamiz.com
Anavatan Partisi Yalova İl yönetimi Yalova tarımı konulu araştırma raporunu düzenlediği bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıkladı. Anap Yalova il örgütünün hazırladığı raporu açıklayan il başkanı Mehmet Aslıyüksek “Yıllardan beri siyasetçiler tarımla ilgili söyledikleri tek şey kendilerinden öncekilerden beş fazla taban fiyat vermek,köylüye çiftçiye şirin gözükerek her defasında onun uyunu kapmak için populizm yapmakla ülkenin değerli zamanlarını harcamışlardır. Ama bu yaklaşımlar vatandaşın tarımla ilgili derdine derman olacak sonuçları hiçbir zaman vermemiştir“ dedi.
Köylü, çiftçinin giderek perişan bir hale geldiğini belirten Aslıyüksek, çiftçilerin kendi kaderleriyle baş başa bırakıldığını söyledi. Günümüzde çiftçi ve köylülerin ürettikleri ürünü sattıklarında elde ettikleri gelirleri ile mazot paralarına,gübre ve ilaç paralarına,işçilik ücretlerine yetmez duruma geldiğini öne süren Aslıyüksek, Anavatan Partisi Yalova il Örgütünün hazırladığı raporda şu araştırmalara yer verdi. “Bu kesimde çalışan insanlarımızın ağzından aynı feryatlar duyuluyor, geçen sene mazot ne kadardı ? 1.350 YTL, şimdi ne kadar 2.100 YTL, Geçen sene buğday ne kadardı? 0, 380 ,şimdi ne kadar 0,310-320 ,geçen sene üre gübresi ne kadardı ?,0, 230 ,şimdi ne kadar? 0,500 YTL, Şu kadar buğdayla şunu alıyordum, şimdi iki katı kadar buğdayla aldığım şeyi alamıyorum ve diyorlar ki biz, TMO’ya bin bir cefayla teslim ettiğimiz ürünün bedelini aldığımızda, sadece ve sadece gübre satın aldığımız tüccarla, mazot aldığımız petrolcüye borcumuzu ödemeye bu yetmiyor diyerek çiftçi köylü içine düşürüldüğü çıkmazı haykırıyor.Ama işiten duyan yok. Evet çiftçimiz perişan,yani hakikaten karnını doyuracak durumda değil. Ama haykırışları karşısında sadece azar işitiyor,horlanıyor ve neden isyan ediyorsunuz diye de mahkeme kapılarında yargılanıyor.
Bugün tarım ürünleriyle ilgili uygulanan ve Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından tayin edilen fiyat politikası çiftçimizi ve üreticilerimizin problemlerine çözüm getirmiyor. Deniliyor ki dünya fiyatları ile rekabet etmemiz gerekiyor. Tamam bu doğru bir şey, herkes buna katılıyor, dünya fiyatlarıyla rekabet. Fakat ülkede öyle bir ekonomik program uygulanıyor ki bu ekonomik program üreticinin hem elini bağlıyor, hem ayağını bağlıyor, bununla da yetinmiyor gözünü de bağlıyor ve ondan sonra diyorlar ki sen şimdi bununla dövüş. Şimdi burada deniyor ki efendim dünya fiyatlarıyla rekabet etmek gerekiyor. Tamam bu doğru bir şey, herkes buna katılıyor, dünya fiyatlarıyla rekabet edelim . Fakat ülkede öyle bir ekonomik program uygulanıyor ki bu ekonomik program üreticinin hem elini bağlıyor, hem ayağını bağlıyor, bununla da yetinmiyor gözünü de bağlıyor ve ondan sonra diyorlar ki sen şimdi bununla dövüş. Yani rakibinle dövüş. Eh şimdi, bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa. Bu ekonomik programın yarattığı bir problem var. Nedir o? Düşük kur politikası. Şimdi dünya fiyatları aşağı yukarı, yılına göre değişmekle beraber 150 ila 170 dolar/ton arasında oynuyor. Ama bu fiyatların tamamı, tarımına büyük sübvansiyonlar sağlayan ülkelerin ortaya çıkardığı fiyatlar. Yani dekar başı 55 Euro doğrudan gelir desteği sağlayan Avrupa’nın, hedef fiyat ve üretim primi uygulamasıyla beraber ton başına aşağı yukarı 60-65 dolar destek sağlayan ABD’nin tespit ettiği fiyatlar bunlar. Şimdi bu fiyatlar perspektifinden baktığınız zaman, yani önce gördüğünüz bir şey var, 150 dolar x TL, 1 dolar =1,350 YTL lira iken başka bir şey. 1 dolar = 2 YTL lira iken başka bir şey. Şimdi ülke ekonomi program dolayısıyla bir kere bir bastırılmış kur politikası uyguluyor. Düşük kur politikası, yani uygulanan ekonomik programın iki temel esası var, bunlardan bir tanesi çıpalı, bastırılmış kur, her ne kadar dalgalı deseler de, yani bu sadece bir uydurmadan ve kandırmadan ibaret, diğeri yüksek reel faiz. Şimdi bakın programın iki ayağı iki boyutuyla çiftçinin gırtlağını sıkıyor, bir tanesi düşük kur, düşük kurla çarptığınız zaman, bu dünya ortalamasını TL karşılığı doğal olarak düşük bir karşılık çıkıyor. Dolayısıyla kendi üreticin dünya üreticileriyle rekabet edebilme şansını ülkenin uyguladığı kur politikası yüzünden zaten kaybediyor. Bu sadece çiftçi için böyle değil.
Bu ihracatçı için de böyle, sanayici için de böyle, üreten herkes için, dış piyasalarla rekabet eden herkes için böyle. Ama asıl problem öteki tarafta. Asıl problem yüksek reel faiz. Faiz dışı fazla hedefini tutturabilmek için ne yapmak zorundasın, gayri safi milli hasılanın % 6.5’i kadar faiz dışı fazla üreteceksiniz. Ne yapmak zorundasınız? Vergi toplamak zorundasınız. Ekonominiz kayıt altında değil, adil bir vergilendirme uygulayamıyorsunuz. O zaman ne yapacaksınız? Tüketimden vergi alacaksınız. Koyun mazota vergiyi, koyun gübreye vergiyi, koyun zirai mücadeleye vergiyi. Çünkü bunların tamamı ithal girdiler. İthalde alınan KDV bir, tüketiciden alınan KDV iki, ÖTV üç. Mazot üzerinde var. Dünyanın en pahalı mazotunu kendi üreticine vereceksin, dünyanın en düşük sübvansiyonunu sağlayacaksın, yani bugünkü mazot fiyatının % 82’si vergiler. Şimdi bu vergiyi alabilmek için fiyatı 2.10 YTL na çıkarıyorsun, ondan sonra da diyorsun ki sen 0.55 YTL den mazotu alan, 0.20 YTL den gübreyi alan ve ortalama işletme büyüklüğü 300 dekarın altına düşmeyen, üstelik dekar başına aldığı sübvansiyon aşağı yukarı 60 ila 75 dolar arasında olan AB çiftçisiyle rekabet et .Bu durum çiftçimize köylümüze reva değildir.
Çocukluğumuzda okullarda öğrendiğimiz bir şiirde geçen cümle var‘orada bir köy var uzakta o köy bizim köyümüzdür, gitmesek de gelmesek de o köy bizim köyümüzdür’ Şimdi bu yaklaşımın yanılgısına işaret etmek istiyoruz. Yani gitmeye gelmeye, orada uzakta duran köyde gerçekte ne olduğunu unuttuk. Böyle bir tablo var. Yani muhteşem bir tabiat, sütün tazesi, tereyağının en kalitelisi, tazecik yumurta, organik ürünleri çiftçiler rahat içinde… Yok böyle bir şey. Çiftçi bu saydığımız şeyleri bulduğu dakika pazara götürüyor. İşin kötüsü ona da fiyat alamıyor, yani çiftçi bunları yiyemiyor, çiftçi aç, köylü aç. Tarım kesiminde emek veren,geçim sağlamaya çalışanlarımızla ilgili diğer bir husus da şudur.; Bir kere tarım kesimi rekabet etme imkanı olmayan bir kesimdir Kimileri ülkemizde utanmadan çekinmeden şunları söyleyebilmektedirler, köylü tembeldir, çiftçi üretmiyor. Devletten sürekli sübvansiyon istiyor v.s.
Aslında bunları dünya gerçeklerini bilmeyen veya bilmezlikten gelenlerce söylenen sözlerdir. Sanki tarım kesimindeki bu insanlar bir mübadeleden buraya geldiler, sanki bu insanların çocukları askere gitmiyor, sanki bu insanlar vergi vermiyor. Evet Verginin en fazlasını bu insanlar veriyor. Ve sanki tarım geri kalmış bir şeydir, çağdışı bir şeydir, lüzumsuz bir şeydir. Şimdi herkes diyor ki tarımda çalışan nüfusun sayısını azaltmak lazım. Yüzde yüz doğru ama burada tarımın kötü bir şeymiş gibi algılanmasında bir yanılgı var. Öyle veya böyle bu ülkede yaşayan insanların % 35 ila 40’ını tarım doyuruyor, besliyor, istihdam ediyor. Açta açıkta bırakmıyor. Bu ülkeyi namerde muhtaç etmiyor. Bu ülkede dar gelirli insanların tamamının karnının doyabilmesi için olağanüstü bir fedakarlık yapıyor tarım kesimi. Dolayısıyla şehirlerde bizi izleyen insanlara mutlaka ve sivil toplum kesimlerinin tamamına hangi alanda faaliyet gösteriyor olursa olsun toplumsal meselelere ilgi duyan sivil toplum kuruluşlarının tamamına sesleniyoruz, köylünün, çiftçinin meseleleriyle uğraşmak bugün için vazgeçemeyeceğimiz ve arkamızı dönemeyeceğimiz bir sosyal sorumluluk meselesidir, bir vicdan meselesidir.
Eğer Türk çiftçisinin, Türk köylüsünün durumu böyle kendi kaderine bırakılırsa Türkiye hiç ummadığı yerden büyük problemlerle karşı karşıya kalabilir. Yani köylünün efendiliği egemenliğinden yada buyurganlığından gelmiyor. Çelebiliğinden, sessizliğinden, ağırbaşlılığından geliyor. Hakikaten bu köylüye tarıma bakışı, hepimizin bakışlarımızı revize etmemiz, gözden geçirmemiz gerekiyor. Şimdi bir kere tarıma bakışı değiştirmek zorundayız. Tarım öyle katlanılan, külfet yaratan bir sektör değil, tarım stratejik bir sektör. Tarıma bakışımızı değiştirdiğimiz andan itibaren tarım bir külfet olmaktan çıkar, bir nimet haline gelir, kaldı ki zaten öyledir. Yani ülke ekonomisi bakımından da katma değer yaratan, ülke kalkınmasına çok önemli katkılar sunan bir sektöre dönüşebilir. Dönüşmüyorsa bunun nedeni bir köylü popülizmi, çiftçilikle köylülüğü ayırt etmeyen yanlış popülist politikaların sonucudur. Dolayısıyla tarıma bir stratejik bakış geliştirmemiz gerekiyor. Tarım stratejik bir sektördür bunu kabul etmemiz gerekiyor. Dünyada da zaten 21. yy.’ın stratejik sektörleri sayılırken öyle sanıldığı gibi bilgisayar teknolojisi falan sayılmıyor. Üç ana alan sayılıyor. Bunlardan birincisi tarım, ikincisi enerji, üçüncüsü tıp teknolojileri. Bu üç alan yeryüzünün geleceği için en stratejik alanlar olarak tanımlanmış durumda.
Şimdi bu alanda gerek bioteknolojinin getirdiği yeni imkanlarla, gerek bu alanda gelişen başka bilimsel yöntemlerle tarımsal üretimin artırılacağı ve tarımın sadece üretimin yapıldığı ülkeler için bir zenginlik kaynağı olarak değil, yeryüzünde beslenme sorunları yaşayan milyarlarca insanın da insanca standartlarda beslenmesi için önemli bir kaynak teşkil edeceğine de kuşku yok. Ve Türkiye’nin de tarım potansiyeliyle burada varolacağı hiç şüphesiz. Ama Türkiye burada asıl organik tarıma duyulan giderek artan ihtiyaçla da stratejik ülke haline gelebilir. Gelmesi de son derece mümkün. Bir kere tarıma bakışımızı değiştirmemiz gerekiyor. Birincisi bu, yani tarıma pozitif bir çerçeveden bakmamız gerekiyor, bundan kurtulalım diye değil, elimizde böyle bir imkan var, bu imkanı nasıl daha değerli, nasıl daha nitelikli hale getirebiliriz diye bakmamız gerekiyor. Önce siyasi olarak tarıma bir kere sahip çıkacaksınız. Bir politikanız olacak, bir pozitif bakış geliştireceksiniz. Yani bundan nasıl kurtuluruz, verelim bunlara üç kuruş daha yüksek taban fiyat diye bakmayacaksınız. hukuki tedbirler geliştireceksiniz, arazi ölçeklerine dair hukuki tedbirler geliştireceksiniz. Yani miras kanununda değişiklik yapacaksınız artık araziler daha fazla bölünmeyecek, tarımsal işletmeler belli büyüklüklerde durmak zorundadır. Miras hukukunda değişiklikler yapacaksınız, sadece onda değil, şehircilik politikasının da bir parçası haline getireceksiniz. Miras hukukunda hakkından feragat eden varislerin kentlerde konut edinmelerini özendireceksiniz.
Tarımı desteklemenin yollarından bir tanesi de taban fiyat vermek değil, tarımdan sanayiye aktardığınız işgücünün önce işgücü vasfını kazanmasını sağlayacak eğitim imkanları, sonra kentte yerleşmesini ve iş bulmasını sağlayacak imkanlara kaynak ayıracaksınız. Dolayısıyla tarımdan geçinen nüfusun sayısını zorlama mekanizmalarla değil, kendi kaderine terk ederek de değil, bir stratejiye dayalı olarak, planlanmış olarak ve yöneleceği alanları da seçmiş olarak yapacaksınız. Mesela Türkiye’nin en önemli ihtiyaçlarından bir tanesi endüstri merkezleri yaratmaktır. Onun için tarımda yaşayan nüfusun yoğun olduğu yerlerden nereye doğru sanayi için bir hareket planlıyorsanız oraları seçilmiş sektörlerle teşvik edeceksiniz.” Anavatan Partisi Yalova İl teşkilatının hazırladığı ayrıntılı tarım raporunu okumak için tıklayınız
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Anavatan’dan Yalova Tarım Raporu
Anavatan Partisi Yalova İl yönetimi Yalova tarımı konulu araştırma raporunu düzenlediği bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıkladı. Anap Yalova il örgütünün hazırladığı raporu açıklayan il başkanı
Anavatan Partisi Yalova İl yönetimi Yalova tarımı konulu araştırma raporunu düzenlediği bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıkladı. Anap Yalova il örgütünün hazırladığı raporu açıklayan il başkanı Mehmet Aslıyüksek “Yıllardan beri siyasetçiler tarımla ilgili söyledikleri tek şey kendilerinden öncekilerden beş fazla taban fiyat vermek,köylüye çiftçiye şirin gözükerek her defasında onun uyunu kapmak için populizm yapmakla ülkenin değerli zamanlarını harcamışlardır. Ama bu yaklaşımlar vatandaşın tarımla ilgili derdine derman olacak sonuçları hiçbir zaman vermemiştir“ dedi.
Köylü, çiftçinin giderek perişan bir hale geldiğini belirten Aslıyüksek, çiftçilerin kendi kaderleriyle baş başa bırakıldığını söyledi. Günümüzde çiftçi ve köylülerin ürettikleri ürünü sattıklarında elde ettikleri gelirleri ile mazot paralarına,gübre ve ilaç paralarına,işçilik ücretlerine yetmez duruma geldiğini öne süren Aslıyüksek, Anavatan Partisi Yalova il Örgütünün hazırladığı raporda şu araştırmalara yer verdi. “Bu kesimde çalışan insanlarımızın ağzından aynı feryatlar duyuluyor, geçen sene mazot ne kadardı ? 1.350 YTL, şimdi ne kadar 2.100 YTL, Geçen sene buğday ne kadardı? 0, 380 ,şimdi ne kadar 0,310-320 ,geçen sene üre gübresi ne kadardı ?,0, 230 ,şimdi ne kadar? 0,500 YTL, Şu kadar buğdayla şunu alıyordum, şimdi iki katı kadar buğdayla aldığım şeyi alamıyorum ve diyorlar ki biz, TMO’ya bin bir cefayla teslim ettiğimiz ürünün bedelini aldığımızda, sadece ve sadece gübre satın aldığımız tüccarla, mazot aldığımız petrolcüye borcumuzu ödemeye bu yetmiyor diyerek çiftçi köylü içine düşürüldüğü çıkmazı haykırıyor.Ama işiten duyan yok. Evet çiftçimiz perişan,yani hakikaten karnını doyuracak durumda değil. Ama haykırışları karşısında sadece azar işitiyor,horlanıyor ve neden isyan ediyorsunuz diye de mahkeme kapılarında yargılanıyor.
Bugün tarım ürünleriyle ilgili uygulanan ve Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından tayin edilen fiyat politikası çiftçimizi ve üreticilerimizin problemlerine çözüm getirmiyor. Deniliyor ki dünya fiyatları ile rekabet etmemiz gerekiyor. Tamam bu doğru bir şey, herkes buna katılıyor, dünya fiyatlarıyla rekabet. Fakat ülkede öyle bir ekonomik program uygulanıyor ki bu ekonomik program üreticinin hem elini bağlıyor, hem ayağını bağlıyor, bununla da yetinmiyor gözünü de bağlıyor ve ondan sonra diyorlar ki sen şimdi bununla dövüş. Şimdi burada deniyor ki efendim dünya fiyatlarıyla rekabet etmek gerekiyor. Tamam bu doğru bir şey, herkes buna katılıyor, dünya fiyatlarıyla rekabet edelim . Fakat ülkede öyle bir ekonomik program uygulanıyor ki bu ekonomik program üreticinin hem elini bağlıyor, hem ayağını bağlıyor, bununla da yetinmiyor gözünü de bağlıyor ve ondan sonra diyorlar ki sen şimdi bununla dövüş. Yani rakibinle dövüş. Eh şimdi, bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa. Bu ekonomik programın yarattığı bir problem var. Nedir o? Düşük kur politikası. Şimdi dünya fiyatları aşağı yukarı, yılına göre değişmekle beraber 150 ila 170 dolar/ton arasında oynuyor. Ama bu fiyatların tamamı, tarımına büyük sübvansiyonlar sağlayan ülkelerin ortaya çıkardığı fiyatlar. Yani dekar başı 55 Euro doğrudan gelir desteği sağlayan Avrupa’nın, hedef fiyat ve üretim primi uygulamasıyla beraber ton başına aşağı yukarı 60-65 dolar destek sağlayan ABD’nin tespit ettiği fiyatlar bunlar. Şimdi bu fiyatlar perspektifinden baktığınız zaman, yani önce gördüğünüz bir şey var, 150 dolar x TL, 1 dolar =1,350 YTL lira iken başka bir şey. 1 dolar = 2 YTL lira iken başka bir şey. Şimdi ülke ekonomi program dolayısıyla bir kere bir bastırılmış kur politikası uyguluyor. Düşük kur politikası, yani uygulanan ekonomik programın iki temel esası var, bunlardan bir tanesi çıpalı, bastırılmış kur, her ne kadar dalgalı deseler de, yani bu sadece bir uydurmadan ve kandırmadan ibaret, diğeri yüksek reel faiz. Şimdi bakın programın iki ayağı iki boyutuyla çiftçinin gırtlağını sıkıyor, bir tanesi düşük kur, düşük kurla çarptığınız zaman, bu dünya ortalamasını TL karşılığı doğal olarak düşük bir karşılık çıkıyor. Dolayısıyla kendi üreticin dünya üreticileriyle rekabet edebilme şansını ülkenin uyguladığı kur politikası yüzünden zaten kaybediyor. Bu sadece çiftçi için böyle değil.
Bu ihracatçı için de böyle, sanayici için de böyle, üreten herkes için, dış piyasalarla rekabet eden herkes için böyle. Ama asıl problem öteki tarafta. Asıl problem yüksek reel faiz. Faiz dışı fazla hedefini tutturabilmek için ne yapmak zorundasın, gayri safi milli hasılanın % 6.5’i kadar faiz dışı fazla üreteceksiniz. Ne yapmak zorundasınız? Vergi toplamak zorundasınız. Ekonominiz kayıt altında değil, adil bir vergilendirme uygulayamıyorsunuz. O zaman ne yapacaksınız? Tüketimden vergi alacaksınız. Koyun mazota vergiyi, koyun gübreye vergiyi, koyun zirai mücadeleye vergiyi. Çünkü bunların tamamı ithal girdiler. İthalde alınan KDV bir, tüketiciden alınan KDV iki, ÖTV üç. Mazot üzerinde var. Dünyanın en pahalı mazotunu kendi üreticine vereceksin, dünyanın en düşük sübvansiyonunu sağlayacaksın, yani bugünkü mazot fiyatının % 82’si vergiler. Şimdi bu vergiyi alabilmek için fiyatı 2.10 YTL na çıkarıyorsun, ondan sonra da diyorsun ki sen 0.55 YTL den mazotu alan, 0.20 YTL den gübreyi alan ve ortalama işletme büyüklüğü 300 dekarın altına düşmeyen, üstelik dekar başına aldığı sübvansiyon aşağı yukarı 60 ila 75 dolar arasında olan AB çiftçisiyle rekabet et .Bu durum çiftçimize köylümüze reva değildir.
Çocukluğumuzda okullarda öğrendiğimiz bir şiirde geçen cümle var‘orada bir köy var uzakta o köy bizim köyümüzdür, gitmesek de gelmesek de o köy bizim köyümüzdür’ Şimdi bu yaklaşımın yanılgısına işaret etmek istiyoruz. Yani gitmeye gelmeye, orada uzakta duran köyde gerçekte ne olduğunu unuttuk. Böyle bir tablo var. Yani muhteşem bir tabiat, sütün tazesi, tereyağının en kalitelisi, tazecik yumurta, organik ürünleri çiftçiler rahat içinde… Yok böyle bir şey. Çiftçi bu saydığımız şeyleri bulduğu dakika pazara götürüyor. İşin kötüsü ona da fiyat alamıyor, yani çiftçi bunları yiyemiyor, çiftçi aç, köylü aç. Tarım kesiminde emek veren,geçim sağlamaya çalışanlarımızla ilgili diğer bir husus da şudur.; Bir kere tarım kesimi rekabet etme imkanı olmayan bir kesimdir Kimileri ülkemizde utanmadan çekinmeden şunları söyleyebilmektedirler, köylü tembeldir, çiftçi üretmiyor. Devletten sürekli sübvansiyon istiyor v.s.
Aslında bunları dünya gerçeklerini bilmeyen veya bilmezlikten gelenlerce söylenen sözlerdir. Sanki tarım kesimindeki bu insanlar bir mübadeleden buraya geldiler, sanki bu insanların çocukları askere gitmiyor, sanki bu insanlar vergi vermiyor. Evet Verginin en fazlasını bu insanlar veriyor. Ve sanki tarım geri kalmış bir şeydir, çağdışı bir şeydir, lüzumsuz bir şeydir. Şimdi herkes diyor ki tarımda çalışan nüfusun sayısını azaltmak lazım. Yüzde yüz doğru ama burada tarımın kötü bir şeymiş gibi algılanmasında bir yanılgı var. Öyle veya böyle bu ülkede yaşayan insanların % 35 ila 40’ını tarım doyuruyor, besliyor, istihdam ediyor. Açta açıkta bırakmıyor. Bu ülkeyi namerde muhtaç etmiyor. Bu ülkede dar gelirli insanların tamamının karnının doyabilmesi için olağanüstü bir fedakarlık yapıyor tarım kesimi. Dolayısıyla şehirlerde bizi izleyen insanlara mutlaka ve sivil toplum kesimlerinin tamamına hangi alanda faaliyet gösteriyor olursa olsun toplumsal meselelere ilgi duyan sivil toplum kuruluşlarının tamamına sesleniyoruz, köylünün, çiftçinin meseleleriyle uğraşmak bugün için vazgeçemeyeceğimiz ve arkamızı dönemeyeceğimiz bir sosyal sorumluluk meselesidir, bir vicdan meselesidir.
Eğer Türk çiftçisinin, Türk köylüsünün durumu böyle kendi kaderine bırakılırsa Türkiye hiç ummadığı yerden büyük problemlerle karşı karşıya kalabilir. Yani köylünün efendiliği egemenliğinden yada buyurganlığından gelmiyor. Çelebiliğinden, sessizliğinden, ağırbaşlılığından geliyor. Hakikaten bu köylüye tarıma bakışı, hepimizin bakışlarımızı revize etmemiz, gözden geçirmemiz gerekiyor. Şimdi bir kere tarıma bakışı değiştirmek zorundayız. Tarım öyle katlanılan, külfet yaratan bir sektör değil, tarım stratejik bir sektör. Tarıma bakışımızı değiştirdiğimiz andan itibaren tarım bir külfet olmaktan çıkar, bir nimet haline gelir, kaldı ki zaten öyledir. Yani ülke ekonomisi bakımından da katma değer yaratan, ülke kalkınmasına çok önemli katkılar sunan bir sektöre dönüşebilir. Dönüşmüyorsa bunun nedeni bir köylü popülizmi, çiftçilikle köylülüğü ayırt etmeyen yanlış popülist politikaların sonucudur. Dolayısıyla tarıma bir stratejik bakış geliştirmemiz gerekiyor. Tarım stratejik bir sektördür bunu kabul etmemiz gerekiyor. Dünyada da zaten 21. yy.’ın stratejik sektörleri sayılırken öyle sanıldığı gibi bilgisayar teknolojisi falan sayılmıyor. Üç ana alan sayılıyor. Bunlardan birincisi tarım, ikincisi enerji, üçüncüsü tıp teknolojileri. Bu üç alan yeryüzünün geleceği için en stratejik alanlar olarak tanımlanmış durumda.
Şimdi bu alanda gerek bioteknolojinin getirdiği yeni imkanlarla, gerek bu alanda gelişen başka bilimsel yöntemlerle tarımsal üretimin artırılacağı ve tarımın sadece üretimin yapıldığı ülkeler için bir zenginlik kaynağı olarak değil, yeryüzünde beslenme sorunları yaşayan milyarlarca insanın da insanca standartlarda beslenmesi için önemli bir kaynak teşkil edeceğine de kuşku yok. Ve Türkiye’nin de tarım potansiyeliyle burada varolacağı hiç şüphesiz. Ama Türkiye burada asıl organik tarıma duyulan giderek artan ihtiyaçla da stratejik ülke haline gelebilir. Gelmesi de son derece mümkün. Bir kere tarıma bakışımızı değiştirmemiz gerekiyor. Birincisi bu, yani tarıma pozitif bir çerçeveden bakmamız gerekiyor, bundan kurtulalım diye değil, elimizde böyle bir imkan var, bu imkanı nasıl daha değerli, nasıl daha nitelikli hale getirebiliriz diye bakmamız gerekiyor. Önce siyasi olarak tarıma bir kere sahip çıkacaksınız. Bir politikanız olacak, bir pozitif bakış geliştireceksiniz. Yani bundan nasıl kurtuluruz, verelim bunlara üç kuruş daha yüksek taban fiyat diye bakmayacaksınız. hukuki tedbirler geliştireceksiniz, arazi ölçeklerine dair hukuki tedbirler geliştireceksiniz. Yani miras kanununda değişiklik yapacaksınız artık araziler daha fazla bölünmeyecek, tarımsal işletmeler belli büyüklüklerde durmak zorundadır. Miras hukukunda değişiklikler yapacaksınız, sadece onda değil, şehircilik politikasının da bir parçası haline getireceksiniz. Miras hukukunda hakkından feragat eden varislerin kentlerde konut edinmelerini özendireceksiniz.
Tarımı desteklemenin yollarından bir tanesi de taban fiyat vermek değil, tarımdan sanayiye aktardığınız işgücünün önce işgücü vasfını kazanmasını sağlayacak eğitim imkanları, sonra kentte yerleşmesini ve iş bulmasını sağlayacak imkanlara kaynak ayıracaksınız. Dolayısıyla tarımdan geçinen nüfusun sayısını zorlama mekanizmalarla değil, kendi kaderine terk ederek de değil, bir stratejiye dayalı olarak, planlanmış olarak ve yöneleceği alanları da seçmiş olarak yapacaksınız. Mesela Türkiye’nin en önemli ihtiyaçlarından bir tanesi endüstri merkezleri yaratmaktır. Onun için tarımda yaşayan nüfusun yoğun olduğu yerlerden nereye doğru sanayi için bir hareket planlıyorsanız oraları seçilmiş sektörlerle teşvik edeceksiniz.” Anavatan Partisi Yalova İl teşkilatının hazırladığı ayrıntılı tarım raporunu okumak için tıklayınız
En Çok Okunan Haberler