Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Yalova’da Atatürk’ten Anekdotlar

Yazının Giriş Tarihi: 24.12.2018 06:39
Yazının Güncellenme Tarihi: 24.12.2018 06:39

HÂLÂ MI ARAP HARFLERİ?

Atatürk’ ün sık sık Yalova’ ya geldiği günlerdir.

Yalova Kaplıcaları Telgrafhanesi, hummalı faaliyet içindedir.

Dolmabahçe Sarayı telgrafhanesi ile kaplıcalar telgrafhanesi arasında kâh şifreli, kâh açık telgraf teati edilmektedir.

Bir gün, kaplıca telgrafhanesi memuru Mücteba, Dolmabahçe Sarayı’ ndan aldığı İnönü imzalı bir şifreyi derhal köşke gönderir.

Aradan henüz yarım saat geçmeden Atatürk bizzat telgrafhaneye gelir.

Mücteba, hiç ummadığı bir anda Atatürk’ü karşısında görünce fevkalade heyecanlanır.

Bu heyecan, Reisicumhur Atatürk’ ten gelmektedir. O altın sarısı saçlar, o gök mavisi gözler, bıçak gibi keskin bir ağız, gür kaşlar telgrafhaneyi adeta hipnotize etmiştir.

Atatürk emreder:

“Bana çabuk Dolmabahçe Sarayı’nı bul, oğlum.”

Mücteba’nın elleri makine üzerinde adeta uçmaktadır. Sarayı bulur. Ata’nın söylediklerini aynen nakleder. Saraydan gelen cevabı da Ata’ya arz etmek üzere not etmeye başlar. Uzun senelerin alışkanlığıyla, servis mahiyetinde olan bu notları eski harflerle not etmeye çalışmaktadır.

Devrimlerinin memlekette kökleşmesini görmek en büyük emeli olan Atatürk, telgrafçının hâlâ Arap harfleriyle, hem de huzurunda, telgraf almasını hoş görmez ve birden gürler:

“Hâlâ mı Arap harfleri?”

Atatürk’ün huzurunda hissettiği heyecan dolayısıyla zaten eli ayağı titreyen telgrafçı, büsbütün itidalini (soğukkanlılığını) kaybeder. Ne demesi, ne yapması gerektiğini şaşırır.

Yarısına kadar eski harflerle aldığı telgrafları,  yarısından sonra yeni harflerle almaya başlar. Atatürk, telgrafçının heyecanını görmüş ve bütün bunların bir şaşkınlık eseri olduğunu anlamıştır. Memuru daha fazla üzmemek ve şaşkınlığa uğratmamak için:

“Sakin ol yavrum, der. Ben görüyorum. Telgrafları alınca çabucak köşke yolluyorsun. Yalnız hata tekrar edildiği zaman suç olur. Bunu bil.”

***

ELBİSELERİMİ YAKIN 

Anlatan: Cemal Granda

Yalova’daydık. Atatürk’ün sofrası akşamları yine konuklarla dolup taşıyor, birçok yurt sorunları da sofrada konuşuluyordu.

Bir akşam, yerli malı kullanılması üstüne bir konuşma oldu. Herkes düşüncesini söylüyor, yurtta yerli endüstrinin gelişmesi için büyük bir kampanya açılması, herkesin yerli malı yemesi, yerli malı giymesi isteniyordu.

Yerli Malı Haftası’nın açıklanışı da bu günlere rastlar.

Atatürk, herkesin öne sürdüğü düşünceleri, her zamanki dikkatiyle dinledikten sonra:

“Bundan sonra, önder olarak benim de yerli malı kullanmam gerek. Gardıroptaki elbiselerimi getirin. Köşkün önünde yakın,” buyruğunu verdi.

Herkeste bir sessizlik...

O gürültülü sofra, sanki bir anda mezar sessizliğine bürünmüştü. Herkes birbirinin yüzüne bakıyordu.

Sessizliği ilk önce, konuklar arasında bulunan Ulus Gazetesi Başyazarı Falih Rıfkı Atay bozmaya cesaret edebildi.

“Paşam, elbiselerinizi yakmayın, birer tanesini bizlere verin. Biz de hatıra olarak saklayalım.”

Atatürk, hafifçe gülümsedi:

“Peki” dedi.

Orada bulunan herkese birer kat elbise verildi. Bunların artık o elbiseleri hatıra olarak mı sakladıklarını, yoksa giyerek mi eskittiklerini bilemem.

Bir gün sonra, Beyoğlu’nun tanınmış terzilerinden Arman, Yalova’ya getirildi. Atatürk, köşktekilerin gözleri önünde yerli kumaştan elbiselerini kestirdi ve diktirdi.

O olaydan sonra Atatürk, elbiselerini hep yerli kumaştan seçip Arman’a diktirmiştir. Bir daha da İsviçre’den kumaş gelmedi.

***

ATATÜRK VE ONBAŞI 

Yalova’nın ilk zamanlarıydı.

Atatürk’ün Kaplıca’ ya gideceği bir gün, yol üzerinde tertibat alınmış, kimse geçirilmiyordu.

Yarı yolda otomobil bozuldu.

Atatürk,

“Bari biz yürüyelim, otomobil arkadan gelir” dedi ve yürüdüler.

Bir yerde önlerine bir Jandarma eri çıktı.

“Yasak” dedi.

Atatürk sordu:

“Neden yasak ?”

Jandarma eri cevapladı:

“Gazi geçecek de ondan.”

Atatürk, ere biraz daha yaklaştı:

“Ben, Gazi’ye benziyor muyum ?” diye sordu.

Jandarma eri, dikkatle baktıktan sonra, elindeki düdüğü dudağına götürerek üst üste öttürdü

Atatürk sebebini sordu:

“Niçin düdük çalıyorsun ?”

Jandarma eri:

“Benzemesine benziyorsun ama bir de Onbaşıyı çağırayım, o da görsün!”

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.