Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Türk Dilinin Sadeleştirilmesi Çalışmaları

Yazının Giriş Tarihi: 17.11.2022 16:27
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.11.2022 16:27

Türk dilinin yani Türkçe’ nin sadeleştirilmesi dediğimizde haklı olarak akla ilk gelen, Atatürk’ tün önderliğini yaptığı dil devrimiyle başlayan süreçtir.

Aslında XII. yüzyıldan başlayarak ortaya konan halk diliyle söylenmiş, Yunus Emre’ nin şiirleriyle, klâsik tarzda yazılmış Hoca Dehhanî, Şeyyat Hamza ve Ahmet Fakih’ in şiirleri, Türk dilinin yeterliliğini göstermektedir.

yüzyılda Ali Şir Nevaî, “Muhakemetü’l- Lügateyn” adlı eserinde Türkçeyi Farsça ile karşılaştırmış ve şu saptamayı yapmıştır:

“Türk’ ün bilgisiz, zavallı gençleri, güzel sanarak Farsça şiir yazmaya özeniyorlar. Bir insan iyice düşünse Türkçenin böylesine genişlikleri, zenginlikleri dururken Türkçe ile şiir söylemenin daha yerinde, daha kolay olacağını anlar.” ( Emin Özdemir, Dil Devrimimiz, TDK Yayınları, Ankara, 1980, s. 14)

Bütün bu yakınmalara rağmen, dilimize Arapça ve Farsça sözcüklerin girmesi engellenemedi.

Cumhuriyet’ ten önceki dili sadeleştirme çabaları da başarıya ulaşamadı. Bunun nedeni açıktı: gösterilen çabalar belirli bir amaçtan ve bilimsel bir tutumdan uzaktı.

Dilimizi düzeltme çalışmaları için gerekli olan bilimsel görüş Atatürk tarafından belirlendi.

Atatürk bu durumu şu sözleriyle vurgulamıştı:

“ Türk demek, dil demektir. Ulusallığın çok belirgin özelliklerinden birisi dildir. Türk ulusundanım diyen insanlar, her şeyden önce ve ne olursa olsun Türkçe konuşmalıdır.” ( Mustafa Baydar, Atatürk Diyor ki, İstanbul, 1960,s. 40)

Alfabeler üzerinde yapılan uzun çalışmalar sonrasında, çağdaş bir alfabenin Türk ses ve dil yapısına daha uygun olacağı değerlendirildi ve 1 Kasım 1928 tarihinde, 1353 sayılı yasa ile Türkçenin ses düzenine uygun “Yeni Türk Alfabesi” kabul edildi.

Aynı gün Başbakan İsmet Paşa (İnönü), yeni Türk harflerini bütün halka öğretebilmek amacıyla “Millet Mektepleri” adı altında halk eğitimi kurumları açılacağını, bu kurumların yurttaşların normal yaşamını aksatmadan, onlara okuma yazma öğreteceğini duyurdu.

Bu gelişmenin ardından 11 Kasım’da, Bakanlar Kurulu, Millet Mektepleri Yönetmeliği’ni onayladı ve yönetmelik 24 Kasım’da yürürlüğe girdi.

Bu eğitim kurumlarının amacı yönetmelikte şöyle açıklanmıştı:

“Madde 1: Yeni Türk harflerinin kısa bir zamanda ve kolay bir surette her ferde okuyup yazabilmek imkânını bahşeden mahiyetinden Türk Milletini azami istifade ettirmek ve büyük halk kitlelerini süratle okuryazar bir hâle getirmek maksadıyla Millet Mektebi Teşkilatı yapılmıştır”.

Yapılan gerekli çalışmalardan sonra 1 Kasım 1928 tarihinde yeni Türk alfabesi kabul edildi.

28 Kasım 1932 tarihinde Birinci Dil Kurultayı toplandı. Toplantıya yazarlar, dil uzmanları, öğretmenler ve ilgililer katıldı. Kurultay sonunda şu kararlar alındı:

Türkçenin tarihsel gelişimi araştırılmalı, dil bilgisi kuralları belirlenmelidir.

Türk şivelerindeki sözcükler derlenerek şiveler sözlüğü, terimler sözlüğü hazırlanmalıdır. Ayrıca Türkçenin ekleri araştırılmalıdır.

Türkçenin tarihsel dil bilgisi kuralları yazılmalıdır.

Doğu ve batı ülkelerinde çıkan Türk diliyle ilgili eserler toplanmalıdır.

Gazetelerde dil konularına özel bir yer verilmelidir.

***

Alınan bu kararlar doğrultusuna çalışmalara başlandı.

Öncelikle halk ağzından derleme işlerine girişildi. On dokuz aylık bir sürede 130 000 fişlik söz derlendi. Böylece Türkçe kendi kaynağına yöneldi.

Dilimizdeki yabancı sözcüklere Türkçe karşılıklar arandı.

Gazete ve dergilerde özel dil köşeleri açıldı ve buralarda dil konusunda önemli yazılar yazıldı.

Türkçenin eski kaynaklarına gidilerek eski metinler tarandı. Bu taramaların sonunda büyük bir sözlük niteliği taşıyan “Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi” ortaya çıktı.

18- 23 Ağustos 1934 tarihleri arasında İkinci Dil Kurultayı toplandı. Kurultayda Türkçenin dünya dilleri arasındaki yeri ele alındı. Bütün terimlerin Türkçe köklerden türetilmesi, türetilecek bu terimlerin okul kitaplarına girmesi kararlaştırıldı.

Türkçeyle ilgili çalışmaları topluma yaygınlaştırmak ve bilimsel verilere dayandırmak için bu konuların uzmanlarının ve öğretmenlerinin yetiştirilmesi de gerekiyordu.

Böylece 9 Ocak 1936’ da Atatürk’ ün de katıldığı büyük bir törenle “Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi” açıldı.

24 Ağustos 1936 tarihinde Üçüncü Dil Kurultayı toplandı. Bu toplantıda özellikle Atatürk’ ün “Güneş- Dil Teorisi” üzerinde duruldu.

Güneş- Dil Teorisi, Türk dilinin eskiliği, başka dillere kaynaklık ettiği görüşüne dayanıyordu. Bu kuram, sözcükleri kökleriyle açıklama yoluna gidiyor, dildeki kavramların, ilk insanların güneş karşısında gösterdikleri ses tepkisinden geliştiği varsayımına dayanıyordu.

Bu görüşle Atatürk, dilimiz üzerindeki çalışmalara bir derinlik getirmek, onun eskiliğini ve bütün dillere kaynaklık ettiğini göstermek istemişti. Yoksa bugün dilimizin sadeleşmesine karşı çıkan kimi kişilerin dediği gibi, Güneş- Dil Teorisi, dilimizdeki yabancı sözcüklerin atılmasını önlemek için öne sürülmüş bir düşünce değildi.

Üçüncü Dil Kurultayı’ ndan sonra “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” nin adı “Türk Dil Kurumu” oldu.

Bundan sonra Türkçe, gerçek kimliğine kavuşma yolunda önemli gelişmeler yaşamaya başladı.

Ne var ki, günümüzde Türkçe, ciddî bir yozlaşma ve kirlenme ile karşı karşıyadır.

Elbette bu durum dil bağımsızlığımızı tehdit etmektedir.

Her Türk’ ün,  Türkçeyi doğru ve güzel kullanmak ve onu yabancı etkilerden korumak düşüncesine sahip olmalıdır, kanaatindeyim.

Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.