Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Bir Milletin Yeniden Doğuşu

Ulusların tarihlerinde, onların yazgılarını değiştiren, geleceklerini aydınlatan, toplumu bütünüyle kavrayıp yeni bir yapıya iten özel günler vardır.

Haber Giriş Tarihi: 19.05.2017 10:03
Haber Güncellenme Tarihi: 01.01.1970 02:00
Kaynak: Haber Merkezi
yalovamiz.com
Bir Milletin Yeniden Doğuşu

Bu tarihler bir büyük atılımın ilk adımı, başlangıcı olabilirse ölümsüzleşir. Başlangıçları ölümsüz yapan, o başlangıçlardan doğan yarınların aydınlığı, yaratıcılığı ve devamlılığıdır. 19 Mayıs 1919 da, böyle bir başlangıçtır.

Osmanlı Devleti, 1 nci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkmış, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkesi’ nden sonra ordu dağıtılmış, silâh ve cephanesi İtilâf Devletleri’nin eline geçmişti. Ateşkes hükümlerince Anadolu’nun dört bir yanı, yer yer işgâl ediliyordu.

Millet yorgun ve yoksul durumdaydı. Milleti ve memleketi genel savaşa sokanlar, kendi hayatları endişesine düşerek memleketten kaçmışlardı. İstanbul hükümeti de aciz bir durumdaydı.

Daha da kötüsü, ( yer yer günümüzde de görüldüğü gibi), Anadolu’da yaşayan bazı azınlıkları ve etnik grupları yeni devletler kurmaya teşvik eden yabancı güçler, geleceğini bu topraklara bağlamış toplumun belli kesiminden bazı kişilerle uyum içindeydiler. Etnik bölünme ve mezhep ayrılıkları alabildiğince körüklenmekteydi.

İşte, 19 Mayıs 1919, böylesine karanlık bir dönemin, aydınlık bir tarihi oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik, çağdaş ve onurlu Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri 19 Mayıs !919’ da Samsun’da atıldı.

19 Mayıs 1919, geçmişin derinliklerinden fışkıran var olma bilincinin insan beynine yerleştiği bir tarih oldu. Türkiye, bu tarihte karanlıkları yırtıp aydınlıkları kucaklamaya başladı. Ne var ki, bu iş o kadar da kolay olmadı.

1 nci Dünya Savaşı sona ermiş, Adana’da bulunan Mustafa Kemal Paşa, 8 Kasım 1919’da sadrazamlıktan istifa eden İzzet Paşa tarafından İstanbul’a çağrılmıştı. O, 13 Kasım 1918’de Haydarpaşa’da trenden inip rıhtıma çıktığında İtilâf Devletleri’nin donanmaları da Boğaz’a girmekteydi. Pera Palas’a yerleşen Mustafa Kemal Paşa, ilk iş olarak Sadrazamlığa getirilen Tevfik Paşa Hükümeti’nde görev almaya çalıştı ise de başarılı olamadı.

Pera Palas’ta da fazla kalamazdı. Zira mâli durumu buna uygun değildi. Bir süre Beyoğlu’nda Hava Sokağı’nda Salih Fansa’nın evinde misafir kaldıktan sonra, bugün Şişli’de müze olarak kullanılan evi kiraladı. Burada arkadaşlarıyla buluşuyor, toplantılar tertip ediyor, aydınlık günlere çıkılabileceği üzerinde tartışmalar yapıyordu.

İstanbul’da kalarak önemli işler başarmak hemen hemen imkânsız gibiydi. Artık, Anadolu’da yer yer kurulan milli mücadele cemiyetleri ile yer yer başlayan bağımsızlık hareketlerinin koordine edilerek tek elde birleştirilmesinin zamanı gelmişti.

Bir gün, gazeteci- yazar Refi Cevat ULUNAY, Mustafa Kemal Paşa ile mülakat yapmaktadır. Paşa, bir soruyu şöyle cevaplandırır:

“...Siz anıyorsunuz ki, harbi kazanmakla, Müttefikler aralarındaki bütün anlaşmazlıkları halletmişlerdir. Asıl anlaşmazlık, asıl menfaat rekabeti ve ölünün mirasını paylaşma kavgası bundan sonra başlayacaktır. Asırlarca birbirleriyle boğuşan İngilizler’le Fransızlar’ı müşterek düşman tehlikesi birleştiriyordu. Şimdi, o rekabet bıraktıkları noktadan yeniden başlayacaktır. Hatta başlamıştır bile... Netice şu ki, Anadolu’da baş gösterecek bir milli mukavemete hiç biri müdahale edecek durumda değildir. Böyle bir müdahalenin tam sırasıdır. “

Refi Cevat ULUNAY, “ Hangi askerle? Hangi silâhla Paşam? Kupkuru bir çöle benzeyen Anadolu’da hiçbir hayat emaresi görülmüyor.”

Mustafa Kemal Paşa: “ Öyle görünür, Refi Cevat Bey, öyle görünür. Ama siz bu boşluğa aldanmayınız. Boş görünen o saha doludur. Çöl sanılan bu âlemde saklı ve kuvvetli bir hayat vardır. O, millettir. O, Türk Milleti’dir. Eksik olan tek şey, teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse, vatan da, millet de kurtulur. “

Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya geçmenin gerekliliğine inanmaktaydı. Gazeteci- Yazar Refi Cevat  (ULUNAY) Bey’le, 2 Şubat 1919 günü yaptığı bu görüşmeden 2 ay sonra, 11 Nisan 1919 günü de, Kâzım (KARABEKİR) Paşa ile Anadolu’ya geçilerek yapılacak işler hakkında detaylı bir görüşme yaptılar. 12 Nisan günü, KARABEKİR Paşa, deniz yoluyla Trabzon’a doğru yola çıktı.  

ATATÜRK’ün Samsun’a çıkmadan önceki günlerde,  Anadolu’nun dört bir yanı çeşitli olaylarla kaynamaktaydı.  Samsun sancağının ise özel bir yeri vardı. Türkiye’nin en huzursuz yerlerinden biri Samsun’du. Bölgenin etnik yapısı ve Pontuscu hazırlıklar, huzursuzluğun başlıca sebebiydi. 1904 yılında Merzifon Amerikan Koleji’nde kurulan Rum Pontus Cemiyeti, bölgede bir Rum Pontus Devleti kurma çabası içindeydi.

Osmanlı Devleti’nin 1 nci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkması üzerine, bölgede faaliyetler artmıştı. Rusya’dan Komünist ihtilâlinden kaçan Rumlar ile Yunanistan’dan Yunan subayları ve silâhları gizli şekilde vapurlarla bölgeye taşınıyordu. Rum çeteleri göçmen kılığında kentlere kadar sokuluyor, Yunan Kızılhaç personeli arasına karışmış Yunan subayları, örgütlenmeyi gizlice sürdürüyordu.

Ermeniler ise Trabzon üzerinde hak iddia ediyor, Trabzon’un (Büyük Ermenistan)’ın doğal bir liman olduğunu ileri sürüyorlardı. Bunun için, onlar da buraya Ermeni göçmeni sokmaya çalışıyor ve Ermeni çeteleri bölgeye sızarak, kendilerinin de var olduğunu kanıtlamaya çaba sarf ediyorlardı. Ezilen ve yurdu elinden alınmak istenen çoğunlukta bulunan Türkler, sesini çıkaran ve gürültü koparanlar ise bir avuç Rum ve Ermeni’ydi.

Ancak, Türk halkı üzerindeki bu baskı kısa zamanda kendini gösterdi. Türk halkı kendi aralarında teşkilatlanarak bu Rum ve Ermeni çetelere karşı direnmeye başladı. Giresun yöresinde Topal Osman, bu direnişlerin en etkili isimdi.

Samsun, ayrıca strateji bakımından da önemliydi. Karadeniz kıyılarından Orta Anadolu’ya açılan en rahat kapı, şüphesiz Samsun limanıydı. Kuzeyden Anadolu içlerine sarkmak isteyenler için bu kapı mutlaka elde bulundurulmalıydı. Bölgenin stratejik konumu yanında, Rumlar’ın ve Ermeniler’in dünyanın dört bir tarafında başlayan yaygaraları etkisini gösterdi ve 200 kişilik bir İngiliz kıtası, Rum ve Ermeni azınlıklarını korumak üzere, 9 Mart 1919 günü Samsun’a çıkarıldı. Buradan hareket ettirilen bir birlik de Merzifon’u işgâl etti.

Mustafa Kemal Paşa’nın, milli davaya dayanak olabilecek bir görevle Anadolu’ya geçmek için yollar aradığı o günlerde, İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri Komutanlığı, Padişaha ve Damat Ferit Paşa Hükümeti’ne bir ültimatom/ kesin uyarı verdi. Eğer, Doğu Karadeniz yörelerindeki Türk çetelerinin Rum ve diğer azınlıklara yaptıkları tecavüzler kısa sürede önlenmezse, kendileri işe el koyacak ve gerekirse bütün yöreyi işgal edeceklerdi.

Telâşa kapılan Sadrazam Damat Ferit Paşa, Dâhiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey’i çağırarak sordu:

“...İşgal kuvvetleri komutanlığı, bugün Sadaret’e müracaatla; Samsun dolaylarında asayişin bozulduğundan, Rum köylerinin mütemadiyen taarruza uğradığından bahisle, hükümet asayişi muhafaza edemediği takdirde kendilerinin müdahaleye girişeceklerini bildirdi. İçişleri Bakanı olarak bu meseleye ne gibi bir çare düşünüyorsunuz?”

İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey : “ Bu iş burada, Babıali’de yoluna konulamaz. Asayişin bozulduğu bölgeye bu davanın hakkından gelebilecek, tecrübeli bir şahsiyeti geniş yetkilerle göndermek lâzımdır ” diye yanıtladı.

Sadrazam Damat Ferit Paşa, bu göreve kimin verileceğini merak ediyordu,  sordu: 

 “- Peki, kimi düşünüyorsunuz ?”

İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey ise son derece kararlıydı:

“ Mevcut komutanlar arasında bu özelliklere sahip olarak aklıma gelen tek isim var, o da Mustafa Kemal Paşa’dır.”

Sadrazam Damat Ferit Paşa, önce bir yemekte görüştükten ve birkaç gün düşünüp durumu değerlendirdikten sonra, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gönderilmesine karar verdi. Peki, nasıl olmuşu da Mustafa Kemal Paşa, bu göreve seçilmişti?

Rauf (ORBAY) Bey, o günleri şöyle anlatır:

“...Biz, Şişli’de, şimdi müze olan evin orta katında, perdeleri daima inik duran odasında, baş başa vererek neler yapacağımızı konuşurduk. Müşterek dostumuz Ali Fuat Paşa da sıtmadan mustarip olduğundan, tedavi için İstanbul’a gelmişti. O sıralarda, kardeşinin kızıyla evlenmek üzere olan İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey’den bazı hususlarda faydalanılabileceğini ortaya attı. Birkaç gün sonra, Ali Fuat Paşa’nın babası İsmail Fazıl Paşa, Kuzguncuk’taki yalılarında yemeğe davet ettiği Mustafa Kemal Paşa ile Mehmet Ali Bey’i birbirleriyle tanıştırdı. Bundan sonra, Mehmet Ali Bey, sık sık ziyaretine gelerek Mustafa Kemal Paşa ile samimiyetini arttırdı.”

Ayrıca, hükümet üyelerinden Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Avni Paşa da, Mustafa Kemal Paşa’nın dostu idi. Avni Paşa, Harbiye Nazırı  (Savaş ya da günümüzde Milli Savunma Bakanı) Şakir Paşa’nın damadıydı.  Mustafa Kemal Paşa, bu arkadaşı yoluyla Harbiye Nazırı’nı da elde etmişti. Sadrazamın Mustafa Kemal Paşa’ya güven duymasında, Mehmet Ali Bey’in rolü büyük olduğu gibi, bu görevin verilmesinde Avni ve Şakir Paşaların da etkileri büyük olmuştu.

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gönderilmesine karar verilmeden önce, İngiliz yetkililerle görüşüldüğü ve onların onaylarını alındığı kesindir. Zira Sadrazam Damat Ferit Paşa, İngilizler’e danışmadan hiçbir adım atmıyordu. İstanbul’da bulunan İngiliz yetkili Sir Andrew Ryan, Damat Ferit Paşa’yla görüşmesini şöyle anlatır:

“...Damat Ferit Paşa, Nisan 1919’da Umumi Müfettişlik Plânı hakkında benimle konuştu... Kendisi Mustafa Kemal Paşa ile beraber yemek yediğini, sadakati konusunda ondan tatminkâr teminat aldığını, kendisi de onu öyle bir subay ve centilmen olarak kabul ettiğini söyleyerek bana yeniden emniyet verdi.”

Gelişen durum üzerine, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın emriyle, Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’yı makamına davet ederek yeni görevini bildirdi. Bu yeni göreve, Erkânı Harbiye 2 nci Reisi Diyarbakırlı Kâzım (İNANÇ ) Paşa bir şekil verecekti.

O zamanlar, Fevzi  (ÇAKMAK) Paşa istifa etmiş, Cevat (ÇOBANLI) Paşa henüz göreve katılmamıştı. 2 inci Reis Kâzım Paşa, Erkânı Harbiye Reisliği’ ne vekâlet ediyordu. Kazım (İNANÇ), 16 Mayıs 1933 günü, yani ATATÜRK hayatta iken, Milliyet Gazetesi’nde de anlattığı gibi, gereken tüm evrakları ve görev talimatlarını hazırladı.

Harbiye Nezareti, 6 Mayıs 1919 günü,  Meclisi Vükela’da görüşülüp kabul edilen yönetmeliği Mustafa Kemal Paşa’ya tebliğ etti ve ertesi gün şifre ile gereken makamlara bildirdi.

Mustafa Kemal Paşa, güvendiği arkadaşlarıyla bir karargâh kurup, yol hazırlıklarını hızlandırdı. 15 Mayıs 1919 günü, Sultan Vahideddin’i ziyaret etti. Yıldız Sarayı’nda yapılan bu görüşmeden sonra, Mustafa Kemal Paşa’ya, üzerinde Sultan Vahideddin’in arması işlenmiş bulunan bir saat hediye edildi.

ATATÜRK, Samsun’a hareket etmeden önce, 15 Mayıs 1919 günü, Sultan Vahideddin’ i ziyaret etmişti. Bir iddia ve görüşe göre, yapılan bu veda ziyaretinden sonra, Mustafa Kemal Paşa’ya devlet hazinesinden yüklü bir para verilmiştir. Yine bu görüşe göre, Kurtuluş Savaşı’nda Sultan Vahideddin’in ve Osmanlı Hükümeti’nin gizli bir eli bulunmaktadır.

Oysa devletin arşivi, Osmanlı arşivi araştırmacılara açıktır. Yüklü bir paranın verildiğine dair mutlaka bir belge, tutanak veya yazı olması gerekirken, herhangi bir belgeye rastlanamamıştır. Sadece, Sultan Vahideddin’in böyle bir para verdiğine dair iddia vardır, o kadar...

Mustafa Kemal Paşa’nın, hareketinden birkaç gün önce, (Heyetteki kişilerin hazırlıklarını yapmak ve uzun süre Anadolu’da kalacak personelin ailelerinin ihtiyaçlarını gidermek için) ödenek istediğini biliyoruz.

Heyete verilen parayı görmeden önce, iki örneği kısaca hatırlayalım: Damat Ferit Paşa, 10 Haziran 1920’de, Paris’e barış görüşmeleri için giderken, yanındakilerle birlikte kendisine 70 000 lira verilmişti.

Şehzade Abdurrahim başkanlığındaki Öğüt Kurulu, ulusal direnişi bastırmak için Anadolu’ya geçerken 3 milyon lira ödenek almıştı.

Oysa Meclisi Vükela tutanaklarında, Mustafa Kemal Paşa’ya verilen para sadece 1 000 liradır. 18 kişilik ekipte bulunanların maaşları 114, 538 kuruştur. Buna, 1 Haziran’dan itibaren 57, 269 kuruş zam yapılmıştır.

Mustafa Kemal Paşa’nın ordudan ve görevinden istifa ettiği tarih ise 8 Temmuz 1919’dur. Bundan sonra, Mustafa Kemal Paşa ve yanındakiler gerçekten çok büyük para sıkıntısı çekmişlerdir.  Rauf (ORBAY) Bey, bu para sıkıntısının olacağını daha İstanbul’da iken bildiği için, Anadolu’ya geçip Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gelirken, Karakol Teşkilatı’ndan Nazmi Bey’in verdiği 5 000 lirayı getirmiş; Erzurum’dan Sivas’a gidilirken de para sıkıntısı Binbaşı Süleyman Bey’in verdiği 900 lira ile çözülmüştü.

Otomobillerinin benzini ve lâstiği Sivas Amerikan Okulu’ndan sağlanmış, Sivas Osmanlı Bankası Müdürü’nden 1000 lira borç alınmıştı.

Hacıbektaş Şeyhi Cemalettin Efendi’nin büyük yardımlarına rağmen aynı sıkıntı Ankara’da da yaşanmış, Müftü Rıfat Efendi’nin halktan topladığı 800 lira ile bu sıkıntılar bir nebze giderilebilmişti.

Görüldüğü gibi, Sultan Vahdettin’in, Mustafa Kemal Paşa’ya Anadolu’ya geçerken bol miktarda para verdiği konusu, doğruluğu ispatlanamayan bir iddiadan, Sultan Vahideddin’e, Kurtuluş Savaşı’nda rolü olduğuna dair bir paye vermekten başka bir şey değildir. Kaldı ki, Sultan Vahideddin de, yurt dışında bulunduğu dönemde, çok şey söylemiş ama hiçbir zaman Mustafa Kemal Paşa’ya bu göreve giderken özel bir para verdiğini söylememiştir.

Mustafa Kemal Paşa, 15 Mayıs 1919 günü, Sultan Vahideddin’in yanından ayrıldıktan sonra, veda için Erkânı Harbiye Reisliği’ ne ( Genelkurmay Başkanlığı) gitti. Burada, göreve yeni atanan Cevat Paşa ile görevini teslim eden Fevzi Paşa ile karşılaştılar. Onlara görevi hakkında bilgi verdikten sonra ayrıldı.

16 Mayıs 1919 günü, hareketinden önce, Yıldız’da, Hamidiye Camii’ndeki Cuma selâmlığından sonra Sultan Vahideddin’i son kez ziyaret etti. Buradan Şişli’ye giderek annesi ve kız kardeşi ile vedalaştı. Akşamüzeri, karargâh arkadaşlarıyla birlikte, Hakkı (DURUSU) kaptanın yönetimindeki Bandırma Vapuru ile Samsun’a hareket etti.

16 Mayıs 1919 günü İstanbul’dan hareket eden Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a ayakbastı. Aynı gün, İngilizlerin Karadeniz Ordusu Başkomutanı General Milne, Harbiye Nezareti’ne, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının Samsun’a neden gönderildiğini sordu. Osmanlı Harbiye Nezareti de cevap olarak; müfettişlik personelinin o havalideki süngü kolları ile kamaların süratle sevkini ve bölgede hiçbir asayişsizliğin meydana gelmemesine gayret edeceklerini bildirdi.

Ne var ki, İngilizler bu cevaptan tatmin olmadılar. General Milne, Harbiye Nazırı’ndan Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a çağrılmasını istedi. Osmanlı Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa’yı geri çağırdığında ise işten geçmişti.

Mustafa Kemal Paşa, 22 Haziran 1919’da, Amasya Genelgesi’ni yayınlayarak Türk Milleti’ni ortak bir ideal etrafında birleştirmek amacıyla büyük bir adım attı. Ama bu genelgeyi hazırlayıp bütün Türkiye sathına yayınlayınca, kendisine verilmiş olan yetkiyi aşmış oldu. Zira kendisi 9 uncu Ordu Müfettişiydi ve ona verilen resmi görev, 9 uncu Ordu bölgesinde beliren asayişsizliği önlemekti.

Bu durum İstanbul’da büyük bir telaş uyandırdı. İçişleri Bakanı Ali Kemal, Amasya Genelgesi’nin yayınlanmasından bir gün sonra, 23 Haziran 1919 günü, bütün vilayetlere gizli bir genelge yayınlayarak ( Mustafa Kemal Paşa’nın azledildiğini, kendisiyle hiçbir resmi muameleye girişilmemesini, hükümet işlerine ait hiçbir isteğinin yerine getirilmemesini )  istedi.

Mustafa Kemal Paşa, Tokat- Sivas üzerinden Erzurum’a giderken yolda, Padişah Vahideddin’in bir mesajı kendisine iletildi. Sultan Vahideddin, durumun ümitsiz olduğunu, herhangi bir hareketin işgal kuvvetlerini daha da kızdıracağını, İstanbul’a gelmezse hava değişimi alarak arzu ettiği bir şehir veya kasabada istirahat etmesini, ancak hiçbir işe karışmamasını, istemekteydi.

29 Temmuz 1919’da, Meclisi Vükela’ca, Mustafa Kemal Paşa ile Rauf  (ORBAY) Bey için tevkif kararı alındı. Ertesi günü ise Sadrazam Damat Ferit Paşa, İngiliz Yüksek Komiseri’ nin yardımcılarından Tom Hohler’i ziyaret etti. Sonraları Hohler, bu görüşme işin şunları yazmıştır:

“ Ferit Paşa, bu sabah beni görmeye geldi. Durumun dayanılmaz bir hal aldığını söyledi. Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey gibi kişilerin tevkifi için emir göndermiş. Ferit Paşa, Padişah’ın istifası halinde, onun şahsını İngiltere’nin korumaya hazır olup olmadığını sordu. Kendi güvenliğinin de talimat altına alınmasını istedi.”

Hohler’in bu görüşmeyi, Padişah ve Sadrazam’ın korunma isteklerini Londra’ya bildirmesinden 18 gün sonra cevap geldi. İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Padişahın güvenliğinin teminat altına alınmasının kabul edildiğini bildirmekteydi.

Burada bir husus hemen dikkati çekiyor. İstanbul daha resmen işgal edilmemiş, Yunan Ordusu’nun Anadolu içlerine doğru hareketi başlamamıştır. Herhangi bir muharebe de yapılmamıştır.

Padişah, İngilizler tarafından güvenliğinin teminat altına alınmasını isterken, Anadolu’nun dört bir yanında mukavemet hareketleri kıpırdamaya başlamıştı.

Damat Ferit Paşa’nın İngilizlerden yardım istemeye gittiği gün, hükümetin Mustafa Kemal Paşa’nın yakalanması emri Erzurum’da Kazım (KARABEKİR) Paşa’ya geldi.

KARABEKİR Paşa’nın buna yanıtı ise HAYIR oldu.

Zaman zaman bazı çevrelerde, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gönderilişinde Saray’ın gizli siyaseti olduğu ileri sürülmektedir.

Yine bu görüşe göre; Saray, yani Padişah ve Osmanlı Hükümeti, işgal kuvvetleri tarafından büyük bir baskı altında tutulduğundan ulusal direnişe karşıymış gibi davranmıştır.                   

Esasen, Padişah ve hükümet üzerinde işgal kuvvetleri baskısı doğaldır.

Bir an için, Padişah ve yönetimin gerçekten milli mücadeleden yana olduğunu, ancak işgal kuvvetlerinin baskısı altında bulunduğunu düşünelim. Bu durumda saray; ATATÜRK  ve arkadaşları üzerine bu kadar düşmez, onları ölümle cezalandırmaz, dini duyguları son derece kuvvetli halk üzerinde büyük etki yapan Şeyhülislam, ulusal direniş aleyhinde fetvalar yayınlamaz, halkı ulusal direniş aleyhine çekmeye çalışmazdı.

Yine Saray; Kuvayı Milliye güçlerine karşı Kuvayı İnzibatiye’ yi kurmaz, bunların başındakileri çeşitli şekillerde ödüllendirmezdi, Kuvayı Milliye’ ye  göz yumardı.

Saray, yani Padişah ve Osmanlı Hükümeti, ATATÜRK’ ü gerçekten kurtuluş savaşı için görevlendirmiş olsaydı, onu el altından destekler, halkı el altından ATATÜRK’ ü desteklemeye davet ederdi. Ne yapar - eder işgal kuvvetlerini oyalardı. Ama böyle olmamıştır. Birkaç örnek görelim:

- 18 Haziran 1919’da, yani Mustafa Kemal Paşa’nın Havza’dan Amasya’ya geldiği günler içinde, hükümet, Reddi İlhak gibi kurtuluşçu derneklerin kurulmasını ve silâhlı güçlerin oluşturulmasını yasakladı. İçişleri Bakanı Ali Kemal, illere genelge göndererek halkın işgallere karşı çıkmamalarını, ulusal ordu kurmak isteyenlerin öğütle olmazsa zorla yola getirilmelerini istedi.

-  26 Haziran 1919’da, İçişleri Bakanı bir bildiri yayınlayarak halkı ulusal direnişçilere karşı koymaya çağırdı.

-  6 Temmuz 1919’da, Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’a geldiği günlerde, Hükümet, padişahın isteği dışında asker toplayan komutanların görevden alınmasını ve yargılanmasını kararlaştırdı.

-  25 Temmuz 1919’da, Erzurum ve Balıkesir Kongreleri’ nin devam ettiği günlerde, İçişleri Bakanı Adil Bey, Sivas Valisi Reşit Paşa’ya çektiği telgrafta, gerek Mustafa Kemal Paşa’nın ve gerekse Rauf Bey’in girişimlerini hangi fikre dayanırsa dayansın memleketin yüksek menfaatlerine aykırı ve zararlı olduğunu bildirdi.

-  29 Temmuz 199’da, Vükela Meclisi, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in derhal yakalanarak İstanbul’a gönderilmesini mülki memurluklara bildirdi.

-  11 Mayıs 1920’de, İstanbul’daki Harp Divanı, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını idama mahkûm etti. Anadolu’nun iç isyanlarla kaynadığı bu dönemde, Müslüman Türk halkının Padişah’ın ağzından çıkacak sözleri dikkatle dinlediği dönemde, 24 Mayıs 1920’de, Padişah Vahideddin bu idam kararını onayladı. Bu karar, irade-i seniye olarak Damat Ferit Paşa’nın imzasıyla yayınlandı.

Görülüyor ki, Saray ya da Osmanlı Devleti, Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya düzeni sağlamak ve asayişsizliği önlemek amacıyla göndermiş; olayların değişik bir boyut alması yani ulusal direnişe dönüşmesi üzerine de, bu hareketin önüne geçmeye çalışmıştır.

ATATÜRK’ ün, iç ve dış baskı ve engellerle nasıl uğraşarak, mücadele vererek, bu cumhuriyeti bize armağan ettiği, gerçekleri gözler önüne serildikçe daha iyi anlaşılmaktadır.

Ne var ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda birleştirici harç görevi yapan ATATÜRK ve ATATÜRK’ ün düşünceleri,  toplumda tam olarak kavranamamış ve algılanamamıştır. Türk Milleti’nin sağlıklı geleceği için Atatürkçü Düşünce Sistemi tam ve doğru olarak anlaşılmalıdır. 

AHMET AKYOL, YALOVA, 19 Mayıs 2017

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.