Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Amerika, Türkiye’ Nin Stratejik Müttefiki Değildir!

Amerika, tarih boyunca hiçbir zaman Türkiye’ nin dostu ya da stratejik bir müttefiki olmamıştır, muhtemelen gelecekte de olmayacaktır!

Haber Giriş Tarihi: 17.08.2018 13:00
Haber Güncellenme Tarihi: 01.01.1970 02:00
Kaynak: Haber Merkezi
yalovamiz.com
Amerika, Türkiye’ Nin Stratejik Müttefiki Değildir!

Esasen ülkeler arasındaki ilişkilerde, kişisel dostluklar değil, ulusal çıkarların korunması esastır!

Tarih sadece hamaset destanı değildir; tarihi bilmek geçmişi değil, geleceği ilgilendirir.

Geçmişi bilmeyen, geçmişten ders almayanlar bir toplumun geleceğini şekillendiremezler!

Biraz eskilere gidelim. Amacım Türk- ABD ilişkilerini ele almak değil. Bazı gelişmeleri özetleyerek geçiyorum.

Türklerin Anadolu’ ya ayak basmalarından ve özellikle Balkanlar’ a geçip Avrupa’da yerleşmeye başlamalarından itibaren Batılı devletler, önce Türkleri Avrupa’dan ve Anadolu’ dan silâh zoruyla uzaklaştırmayı denediler. Bunda başarılı olamayınca Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan gayri Müslimleri dinî, millî ve siyasî yollarla kazanmanın peşine düştüler. Tabi etnik ayrımcılığı kaşımayı da hiçbir zaman bırakmadılar!

Kapitülasyonlar ve daha sonradan Fransa, İngiltere, Rusya ve Amerika’ ya tanınan Osmanlı Devleti’ ndeki Hristiyanların hamiliği sayesinde misyonerler, 18 ve 19’uncu yüzyıllardan itibaren Anadolu’ da teşkilâtlanmaya başladılar.

Böylece 1701- 1702’lerde Fransa, 1804’ den itibaren İngiltere, 1819’dan itibaren Amerika ve Rusya’ dan gelen misyonerler  Anadolu’ da teşkilâtlanmaya ve propagandaya  giriştiler.

Osmanlı Devleti yöneticileri gelecekte doğabilecek faciaları anlamakta aciz kaldı.

1830 yılında ABD ile Osmanlı Devleti arasında diplomatik ilişkileri kuran ve ticarî faaliyetleri düzenleyen bir antlaşma imzalandı.

Osmanlı Devleti ile ABD arasındaki “Seyrisefain ve Ticaret Antlaşması” adı verilen ikinci anlaşma 13 Şubat 1862’ de imzalandı.  Bu antlaşma ile ABD’ nin en çok gözetilir devlet statüsü devam etti.  Bu tarihe kadar % 8 olan ihracat gümrük resminin, tedricen % 1’ e indirilmesi kararlaştırıldı ve ithalat gümrük resmi e % 1 oldu.

1870 yılından itibaren birbiri ardına açılan Amerikan kolejleri Osmanlı Devleti’ nin dört bir yanına yayıldı. 1873’ te Antep, 1874’ te Harput, 1886’ da Merzifon, 1887’ de İzmir, 1888’ de Tarsus kolejleri eğitime başladı. Bunlardan başka 1870 ile 1885 yılları arasında Doğu Anadolu’ nun çeşitli yerlerinde orta dereceli 21 misyoner okulu açıldı. 1850’de Amerikan Board’ ın birkaç yüz öğrencisi varken 1914’ te imparatorluğun kuzey kesiminde 25 000’ den fazla öğrenci misyoner okullarında eğitimini sürdürür duruma gelmişti.

1850’ de Osmanlı Devleti’ nde yedi kilise ve yedi okul, 1860’ ta49 kilise ve 114 okul, 1880’ de ( 2’nci Abdülhamit döneminde) 97 kilise ve 331 okul, 1913’ te 163 kilise, 450 okul ve 9 hastane Amerikalı misyonerler tarafından idare edilir duruma geldi.

1896 yılında ABD Kongresi’ nde Osmanlı Devleti ile ilgili inanılmaz bir karar alındı. Burada Osmanlı Devleti, ılımlı İslam’ı benimseyen bir yönetimin altında “Türkiye Birleşik Devletleri” adı altında eyaletlere bölünüyordu.

Osmanlı Devleti ile ABD arasındaki ticaret hacmi sürekli arttı. 1900- 1913 yılları arasındaki ABD’ nin ihracatı 40 katı buldu.

Birinci Dünya Savaşı’nda Amerika’ nın hedefi, Türkiye’ deki misyoner kuruluşlarının ve Amerikan enstitülerinin faaliyetlerine devam etmelerini sağlamaktı.

Amerikan Başkanı Wilson, Birinci Dünya Savaşı sırasında 14 maddelik ünlü prensiplerini ilân etmişti.

Wilson, Venizelos’ un 30 bin Yunanlının tehlikede olduğunu söylemesi üzerine, Yunanistan’ ın Türklerin çoğunlukta olduğu İzmir’ i işgaline ve orayı mandater bir devlet haine getirerek idare etmesine göz yumdu. ABD Başkanı Wilson, üç yıl süren ve binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olan Türk- Yunan Savaşı’ nın baş mimarıdır.

Aynı dönemde, Merzifon Amerikan Koleji’ ni de Kuzey Anadolu’ daki olayların merkezi olarak kullanan Amerika’ dır.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Mondros Ateşkesi imzalandıktan sonra, Anadolu yer yer işgal edilirken, işgal güçlerini ilk karşılayanlar arasında Amerikan bayrağını taşıyanların olması ilginç değil midir?

Osmanlı Devleti’ ni bölüp parçalamayı esas alan Sevr Antlaşması’ nı dayatan, buna karşılık Türkiye Cumhuriyeti’ nin kuruluş belgesi olarak Lozan Antlaşması’ nı kabul etmeyen de Amerika’ dır.

Amerika Senatosu, 19 Ocak 1927 tarihinde yapılan oylama ile Lozan Antlaşması’ nı onaylamayı reddetmiştir.

Atatürk’ ün vefatından çok kısa bir süre sonra, Tek Parti yönetimi sırasında, Amerika ile imzalanan gizli antlaşmaları ele almıyorum. Arzu edenler bunları arayıp bulabilir, yayımlandı çünkü… Örneğin Haydar Tunçkanat’ ın “İkili Antlaşmaların İçyüzü” adındaki kitabı okumanızı öneririm.

Yine unutmayalım: 27 Aralık 1949’da imzalanan ve “ Fulbright Antlaşması” olarak da bilinen “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu kurulması Hakkındaki Antlaşma” sonucunda, Milli Eğitim sistemimiz, bütünüyle Amerikalı uzmanlar ve CIA tarafından, Amerikan çıkarları doğrultusunda biçimlendirildi.

Türkiye, coğrafya kitaplarında neden yedi bölge olarak görülüyor, bunu kimler, neden yaptı, hiç ilginizi çekmedi mi?

Dost ve stratejik müttefikmiş! Çok saçma! Ne müttefiki? Altımızı oyaya çalışan bir devlet var karşımızda!

60’lı yıllarda, barış gönüllüleri vardı. Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, özellikle askeri stratejik bölgelerde, karşınıza mutlaka, özel yetiştirilmiş ve görevlendirilmiş ABD’li barış gönüllüleri çıkardı.

Bunlar, Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve kültürel haritasını tüm ayrıntılarıyla çıkarmışlar; Bu arada, Türkiye’de mezhep farklılıklarını ve Kürtçülüğü kaşımışlardı.

Genelkurmay Başkanlığı’nın 1965 yılında, ülkeden derhal çıkarılmalarını istediği barış gönüllüleri, ayrıldıklarında, arkalarında geldiklerinden çok farklı bir Türkiye kalmıştı.

Okuma sabrınızı zorlamak istemiyorum.

Günümüze bakın: Türkiye, Rusya’dan ya da Azerbaycan’dan doğal gaz mı alacak, işin içinde Amerika var.

Türkiye, Kıbrıs konusunda bir karar mı verme aşamasında, Amerika belirleyici rol oynuyor.

Türkiye, İran, Suriye veya herhangi bir komşusuyla ilişkisini geliştirmek mi istiyor, hemen Amerika’dan bir ses veya Türkiye’deki Amerika’nın sesi, düşüncesini açıklıyor.

Kıbrıs’ ta meydana gelen olaylar üzerine, Türkiye, 1964 yılında adaya müdahale etmeye kalkınca, Türkiye’ ye ünlü Johnson Mektubu olarak bilinen uyarıyı yapan ve ardından da ambargo uygulayan müttefik(!) Amerika’ dır.

İlginçtir, bu ambargo sırasında Türkiye’ ye yardım eden Libya Lideri Kaddafi’ yi, Amerika devirmek isteyince, Kaddafi’ ye karşı çıkan muhalifleri destekleyen de Türk Hükümeti’ dir.

Ermeni Diasporası’ nı besleyip büyüten, ASALA’ yı, sonra da PKK’ yi ortaya çıkaran ve halen bu terör örgütünü alenen desteklemeye devam eden  Amerika’ dır.

ABD Dışişleri Bakanı Rice’ ın 24- 25 Nisan 2006’daki Ankara ziyaretinden sonra iki ülke arasında “Ortak Bir Strateji Vizyon Belgesi” ‘nin hazırlanmakta olduğu açıklandı. Belge, 5 Temmuz 2006’ da Dışişleri Bakanları tarafından imzalanarak yürürlüğe girdi.

Belgenin amacı “Türk- Amerikan ilişkilerini günlük dalgalanmalardan kurtarmak, iki ülke kamuoyunda günlük dalgalanmalara göre oluşan yanlış algılamalara fırsat vermemek; bölge ve dünya olaylarına bu belgede çerçevesi çizilen ortak vizyonla bakmak ve iki ülke ilişkilerini bu ortak bakış içinde algılayıp değerlendirmek “ olarak açıklandı.

Bu sırada terör örgütü ile mücadele eden Türk Silâhlı Kuvvetleri’ nin generalleri, bağıra bağıra ABD’ nin PKK’ yı desteklediğini söylüyorlardı.

Bir de Amerika’ nın Büyük Ortadoğu Projesi var. Bu konuda ayrıntıya girmek istemiyorum ama konunun bütünlüğü açısından kısa da olsa söz etmek gerekiyor.

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), ABD'nin 1997'de oluşturduğu ''Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'' nin bir alt unsurudur.

Ortadoğu, dünyada ispatlanmış petrol rezervlerinin yüzde 64'ünü içermektedir ve dolayısıyla başta ABD olmak üzere egemen güçlerce olağanüstü stratejik bir öneme sahiptir.

Kısaca BOP: Ortadoğu’ daki doğal kaynaklara ulaşma çabasıdır; Petrol üreten ülkeleri ABD'ye daha fazla ve uygun şartla petrol satmaya ikna yöntemidir; ABD’ nin bölgedeki enerji kaynaklarını denetleme isteğidir; ABD’ nin bölge kaynaklarını çok uluslu şirketlere açmayı istemesidir.

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ ın, “Kuzey Afrika’ dan Çin hududuna kadar ülkelerin coğrafi hudutları değişecek” sözü unutulabilir mi?

Bölgedeki üniter yapıyı çözmeye yönelik bu projeyi destekleyenler var.

2002 yılından beri, girdiğim her toplumda, birazcık strateji bilgimle, “ABD, Türkiye’ yi Suriye'ye sokmaya çalışıyor” diyordum. Şimdi ben, kime, ne diyeyim?

 ***

Türk- ABD İlişkileri konusunda bu köşede pek çok yazı gündeme aldım. Bu yazıların bazılarının bağlantılarını yazının sonuna ekledim. Belki fırsat bulabilirseniz göz atma olanağınız olabilir.

5 Aralık 2005 tarihli yazımı tek kelime değiştirmeden aşağıya alıyorum. Arzu edenler yazının sonundaki bağlantıyı tıklayıp yazının aslını okuyabilirler.

ATATÜRK’ TEN SONRA ABD İLİŞKİLERİ

Günümüzde, Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinin çok ilgi çekici boyutlarda olduğunu kabul etmek gerekir.

Türkiye- ABD ilişkilerinin çarpıcı boyutlara ulaşması, Atatürk’ün vefatından sonradır.

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik bakımdan bağımsız olmasını istiyor bunu da, ülkenin tam bağımsızlığı için gerekli görüyordu.

Atatürk, kim olursa olsun, herhangi bir devlete ayrıcalıklı davranılmasını istemiyordu.

Ne var ki, Türkiye Cumhuriyeti, yabancı bir ülkeye imtiyaz tanıyan ilk antlaşmayı, Atatürk’ün vefatından sadece 141 gün sonra, 1 Nisan 1939 günü ABD ile imzaladı.

Türkiye, bu antlaşmayla, ABD’ye müsaadeye mazhar ülke statüsü tanıdı. Ayrıca, ABD sanayi malları için %12 ile %88 arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlandı.

Bunu, 19 Ekim 1939 tarihinde İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında Üçlü İttifak Antlaşması takip etti.

Kısacası, Atatürk’ ün;

 “ Arzumuz dışarıda bağımsızlık, içeride kayıtsız ve şartsız milli egemenliği korumaktan ibarettir.

...Bir milletin asıl kuvveti kendi hayatını ve varlığını savunmak içindir. Fakat kendi varlığını unutup da kuvvetini herhangi bir yabancı amaç için kullanmak kesinlikle doğru değildir.” sözleri unutuldu.

Oysa Atatürk, yaşamını bu tür anlaşmalara karşı mücadeleye adamıştı.

10 Kasım 1938’den sonra, giderek Atatürkçü düşünce sisteminden uzaklaşılırken, din istismarcılığı ve Amerikancılık ön plâna çıkmaya başladı.

2 nci Dünya Savaşı henüz bitmeden 23 Şubat 1945 tarihinde ABD ile Türkiye açısından olumsuz koşullar içeren bir anlaşma daha yapıldı. 4780 sayılı yasayla TBMM’nin onayından geçen bu anlaşmanın 2. maddesi şöyle diyordu:

“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, müsaade edebileceği bilgileri, hizmetleri, maddeleri ve kolaylıkları ABD’ne temin etmekle görevli olacaktır.”

Bu anlaşmadan bir yıl sonra, 27 Şubat 1946 tarihinde yine ABD ile ilk borçlanma anlaşması imzalandı. Bu iki anlaşma, Türkiye’nin ABD ile bugüne dek yaptığı ve sayısını hükümet yetkililerinin bile tam olarak bilmediği anlaşmalar zincirinin başlangıç halkaları oldu. 4882 sayılı yasayla kabul edilen bu anlaşmanın 1. maddesi şöyleydi:

“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Birleşik Devletler Dış Tasfiye Komisyonu’nun Türkiye dışında satılığa çıkardığı ihtiyaç fazlası teçhizat ve malzemelerden, ihtiyaçlarını karşılayanlarını alabilecektir. ABD hükümeti bu alımları kolaylaştırabilmek için Türk Hükümeti’ne 10 milyon dolar kredi verecektir. Kredinin anapara ve faiz geri ödemeleri Birleşik Devletler’ in arzusuna göre, Merkez Bankası’nda özel bir hesaba yatırılacak ve Birleşik Devletler tarafından Türkiye’de kullanılan memurların ücretleri dâhil olmak üzere Birleşik Devletler’ in masraflarına tahsis edilecektir.”

27 Şubat 1947 tarihli “10 milyon dolarlık kredi anlaşması” nın yapıldığı günlerde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hemen hiç dış borcu olmadığı gibi Devlet Hazinesi’nde 245 milyon dolarlık altın ve döviz stoku bulunuyordu. Hazine’nin elinde bunca döviz varken Kurtuluş Savaşı’nın Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, 10 milyon dolarlık bir kredi için bunca ödün vermesini konuyla ilgili birçok insan yalnızca o dönemde değil bugün bile anlayamamıştır.

Atatürk ve onun hükûmetleri, Türkiye sınırları içindeki petrol kaynaklarını bizzat kendisinin araştırmasını ilke olarak kabul etmişti. Bu amaçla 24 Mart 1926 tarihinde kabul edilen 792 sayılı Petrol Yasası ile Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bütün petrol ve petrol bileşiklerinin tabi olduğu madenlerin aranması ve işletilmesi hakkı Hükümete verilmişti. 1933 yılında 2189 sayılı yasa ile Petrol Arama ve İşletme İdaresi kuruldu. Maden Tetkik ve Arama (MTA) Enstitüsü'nün 22 Haziran 1935 tarih ve 2804 sayılı kanunla kurulmasıyla Petrol Arama ve İşletme İdaresi de MTA'ya bağlandı ve petrol arama faaliyetleri artık MTA tarafından yürütüldü. Kuruluş kanununda temel görevi "Ülkede işletmeye elverişli maden ve taş ocağı sahalarının bulunup bulunmadığını, işletilen maden ve taş ocaklarının daha faydalı şekilde işletilme koşullarını araştırmak ve buna yönelik arama işlemleri, bilimsel, jeolojik ve teknolojik tetkikleri yapmak, harita plan ve kesitler hazırlamak, proje, fen raporları ve karlılık hesapları yapmak ve madencilik sektörüne kalifiye eleman yetiştirmek" olarak belirlenen MTA Enstitüsü, bu görevini yerine getirmek için günün şartlarına göre yoğun çalışma içinde oldu. Petrol arama faaliyetleri, Güneydoğu Anadolu, İskenderun, Adana, Van ve Trakya'da jeolojik ve jeofizik etütler ve sondaj faaliyetleri ile sürdürüldü.

Güneydoğu Anadolu'da 1940 yılında Batman'ın güneyinde delinen Raman-1 kuyusunda petrole rastlandı, ticari anlamda petrol keşfi ise 1945 yılında delinen Raman-8 kuyusunda yapıldı. Raman sahasında petrol keşfinden sonra Garzan sahası da 1951 yılında keşfedildi. Raman sahasında Maymune Boğazında 1942 yılında günlük 3 ton kapasite ile kurulan rafineriden sonra 1948 yılında Batman'da 200 ton günlük kapasiteli rafineri kuruldu.

Petrol faaliyetleri 7/3/1954 tarihinde kabul edilen 6326 sayılı Petrol Kanunu ile kendi yasal çerçevesine kavuşurken yerli ve yabancı özel sermayeye de açıldı.

Uluslar arası petrol şirketlerinin adamı Max Bell’in hazırladığı ve Atatürk’ün çok önem verdiği petroldeki devlet tekelini kaldıran Petrol Yasası’nın 136 ncı maddesi şöyleydi:

“ Bu yasa, yabancı şirketlerin izni olmadan değiştirilemez.”

İsmet İnönü’nün 1954 yılında, “ Petrol Kanunu bir kapitülasyonlar kanunudur” dediği bu yasa, petrol işletmeciliğini devlet tekelinden çıkarıyor ve yabancı şirketlere geniş yetkiler veriyordu.

23 Haziran 1954 tarihinde, Türkiye ile ABD arasındaki Vergi Muafiyetleri Antlaşması imzalandı. Sadece Amerikalıların yararlandığı bu antlaşma, Türkiye’de ABD varlığını adeta devlet içinde devlet haline getiriyor, ABD şirketlerine vergisiz, gümrüksüz, denetimsiz ve yargı organlarından uzak, yasa üstü bir statü tanıyordu.

ABD ile Türkiye arasında, 12 Kasım 1956 tarihinde, Tarım Ürünleri Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre, ABD Türkiye’ye 46,3 milyon dolarlık buğday, arpa, mısır, dondurulmuş et, konserve, sığır eti, don yağı ve soya yağı satacaktı. Bu ürünler az gelişmiş bir tarım ülkesi olan Türkiye’nin temel ürünleriydi ve bunlar ABD gibi bir ülkenin eşit olmayan rekabetine terk ediliyordu. Şimdi, önce bu antlaşmanın 2 nci, sonra da 3 ncü maddesini görelim.

2 nci madde : “ Türkiye’nin yetiştirdiği ve bu anlaşmada adı geçen ya da benzeri ürünlerin Türkiye’den yapılacak ihracatı Amerika Birleşik Devletleri tarafından denetlenecektir.”

3 ncü madde: “ Türk ve Amerikan hükümetleri Türkiye’de Amerikan mallarına karşı talebi arttırmak için birlikte hareket edeceklerdir.”

Şimdi gelelim, 31 Mayıs 1968 tarihinde imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ile ABD Arasında Kredi Antlaşması’na... Bu antlaşma, Türkiye’yi ekonomik, mali ve siyasi bağımlılığa sürükleyen koşullu kredi anlaşmalarına çarpıcı bir örnektir. Antlaşma, 30,5 milyon dolarlık bir antlaşmaydı ve Türkiye’nin bu borcu koşullara bağlanmıştı. Etibank’ın Ergani hariç tüm bakır işletmelerini ABD’nin denetimi altındaki Karadeniz Bakır İşletmeleri A.Ş.’ye devretmesini şarta bağlayan anlaşmanın 3 ncü maddesi şöyleydi:

“ Şirketin kuruluş sözleşmesi, tescil belgesi, organizasyon şeması, Türk hükümetinin krediyi şirkete borç vereceğine ilişkin hükümetle şirket arasında yapılmış olan sözleşmenin tasdikli bir örneği, yönetim kurulu üyelerinin isimleri Türkiye’deki Amerikan Yardım Teşkilâtı’na (AİD) bildirilecektir. AİD’nin bütün bunları uygun görmesi halinde kredi ödemesi yapılacaktır.”

Türkiye, böylece, anti Kemalist uygulamalar sonucunda, giderek ABD ve Batı’ya bağımlı bir hale geldi.

Ve ne yazık ki, günümüzdeki Türkiye, 1938’de Atatürk’ün bıraktığından çok farklı bir yerde bulunuyor.

http://www.yalovamiz.com/makale/ataturkten-sonra-abd-iliskileri-1688/

***

Türk- ABD İlişkileri konusunda bazı eski yazılarımın bağlantıları:

Atatürk’ ten Sonra ABD İlişkileri ( 5 Aralık 2005)

http://www.yalovamiz.com/makale/ataturkten-sonra-abd-iliskileri-1688/

Taşın Altında Kim Var? ( 15 Mayıs 2006)

http://www.yalovamiz.com/makale/tasin-altinda-kim-var-1877/

Türkiye’ nin ABD İle Ölümcül Kucaklaşması ( 2 Eylül 2012)

http://www.yalovamiz.com/makale/turkiyenin-abd-ile-olumcul-kucaklasmasi-3377/

***

Konu hakkında ayrıntılı bilgi öğrenmek isteyenlere,

Antonia Juhasz, Bush’un Ajandası (Dünyanın Ekonomik İstilası),

Cengiz Özakıncı, Türkiye’ nin Siyasi İntiharı Yeni Osmanlı Tuzağı, 

Cihangir Dumanlı, Ulusal Güvenlik Sorunlarımız,

Fatih Gençer, Amerikan Yakın Doğu Yardım Komitesi,

Haydar Tunçkanat, İkili Antlaşmaların İçyüzü,

Hikmet Bilâ, CHP 1919- 1999,

Metin Aydoğan, Avrupa Birliği’nin Neresindeyiz ?,

Onur Öymen, Silâhsız Savaş, isimli kitapları öneririm.

 

Ahmet Akyol, Yalova, 17 Ağustos 2018

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.